Word Obesity Observatory tarafından en son girilen veriler doğrultusunda Türkiye hala Avrupa’nın en obez ülkesi olma konumunu sürdürürken, aynı zamanda şeker hastalığında da ilk sırada. Yetişkin halkın yüzde 32’sinin obez olduğu Türkiye’de, yine yetişkinlerin yüzde 12’si şeker hastası. Bu oran diğer Avrupa ülkelerinde yüzde 7-8 civarında.
Son açıklanan verilere göre Avrupa’da obezite oranı en yüksek olan ülke Türkiye. Verilere göre Türkiye’den yetişkin halkın yüzde 32’si obezite. İkinci sırada yüzde 28 ile İngiltere, üçüncü sırada ise yüzde 26 ile Macaristan gelmekte. Dünyada obezite deyince ilk akla gelen ülke olan ABD’deki 50 eyaletin sadece 25’inde obezite oranı yüzde 30’un üzerinde. Böylelikle Türkiye, ABD eyaletlerinin dörtte üçünü de geride bırakmış oluyor.
Obezite ile ilgili oranların yanında girilen veriler doğrultusunda yine obezite sonucu ortaya çıkan hastalıklarda da başı çekiyoruz. Obezitenin yol açtığı en büyük sağlık problemlerinden şeker hastalığı yetişkin nüfusun yüzde 12’sinde görülüyor. Türkiye’den sonra yüzde 10 ile Bosna gelirken, Batı Avrupa ülkelerinde şeker hastalıkları oranı ise yüzde 7-8 civarı.
“Türkiye’nin yüzde 66’sı kilolu ve obez”
Özellikle pandemi dönemiyle birlikte bu oranların Türkiye’de günden güne artacağını dile getirerek obezite ile ilgili değerlendirmelerde bulunan İstanbul Esenyurt Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksekokulu’ndan Prof. Dr. Oğuz Koç, “Dünya nüfusunun 2 milyardan fazlası artık obez ya da kilolu olarak nitelendiriliyor. Türkiye’de de dünyada olduğu gibi inanılmaz oranda obezite oranlarının arttığını görüyoruz. Hele şu pandemi döneminden sonra Avrupa’da obezite oranı bakımından birinci sıraya yerleşmiş durumda. Bu oranlar tabi kadın ve erkeklerde farklı. Şişmanlığı vücut kitle endeksi olarak bilinen body mass indeksine göre değerlendiriyoruz. Bu değerler 20-25 arası olduğunda normal kilolu, 25-30 arasındakilere kilolu, 30-35 arası olursa şişman, 35-40 arası olursa çok şişman, 40’ın üzerinde olduğunda ölümcül şişmanlıktan bahsetmeye başlarız. Vücut kitle indeksi 25’in üzerinde olan insan sayısını düşündüğümüzde kilolu ve obez insanlardan bahsediyor olacağız ve Türkiye’de bu oran yüzde 66. Bu oranla birlikte Avrupa’da birinci sırayı almış durumdayız” dedi.
“Kadınlar daha şişman”
Cinsiyet sınıflandırmasına göre yapılan değerlendirmelerde kadınların erkeklerden daha kilolu olduğu bilgisini aktaran Prof. Dr. Oğuz Koç, “Tabi kadın erkek oranları da fark ediyor. Kadınlarda, obez olarak değerlendirilen insanlar yüzde 32 civarındayken, erkelerde bu oran yüzde 21. Vücut kitle indeksini 25’e çektiğimizde oran kadınlarda yüzde 66, erkeklerde ise yüzde 64’e varan bir kiloluluk ve şişmanlık durumu oluşuyor” şeklinde konuştu.
“Leptin hormonu önemli bir rol oynamakta”
Obezite oranlarının neden bu kadar arttığını anlamak adına obeziteyi etkileyen en önemli faktörleri de sıralayan Prof. Dr. Koç, vücuttaki yağ miktarı ile iligili olarak artan veya azalan leptin hormonunun, aşırı yeme alışkanlığını arttıran ,açlık hissini devam ettiren belirleyici bir etken olduğunu söyledi. Koç, “Açlık ve tokluk durumu hipotalamus santral sinir sisteminden yönetiliyor. Vücudun yağ dokusundan leptin hormonu salgılanır, bu leptin hipotalamusta algılanır, ne kadar olduğunu saptar ve eğer yeterli değilse ‘git ye’ der. Bunu da bağırsaktan salgılanan bir takım hormonlar vasıtasıyla yapar. Leptin miktarı azsa, açlık hormonu olan gralini çoğaltır, eğer tersi ise diğer hormonları devreye sokar ve tokluk hissi verir. Bu leptin hormonunun hipotalamusta algılandığı önceden bilinen belli bir düzeyi vardır. Hipotalamus bu noktaya alıştığı takdirde seviyeyi hep orada tutmak ister, bunun değişikliğine çok fazla adapte olamaz. Dolayısıyla kilo verip, yağ dokusunu düşürüp, leptinin düzeyini düşüren insanlarda hipotalamus tersine çalışır. O düzeye alışabilmesi için uzunca bir süre geçmesi gerekir. Bu yüzden de diyet yapıp kilo verip beş altı ay içerisinde 20-30 kilo veren insanlar kilolarını çoğunlukla geri alırlar. Çünkü bu düzeye alışabilmek için çok daha uzun süre aynı kiloda kalmak ve hipotalmusu bu düzeye alıştırmak gerekir. Bu düzeyin alışkın olduğu noktanın değişmesini etkileyen nedenler de obezitenin nedenleridir. Bu algılanan leptin düzeyinin değişikliğini birçok hastalık, çevresel faktörler, vücutta olan değişiklikler etkiler. Bunlar; yaş, yetersiz fiziksel aktivite, hormonel metobolik ve genetik etmenler, psikolojik problemler, sigara - alkol kullanımı, bir takım ilaçlar ve doğum vs. Bütün bunların hepsi bu mekanizma üzerinden etki eder ve insanın iştahını, kilo alma şeklini değiştirerek kilo almayı arttırabilir. Bunlara hakim olup uygun seviyede düzenlerseniz çok hızlı iniş çıkışlarınız olmaz” diye konuştu.
D vitamini eksikliği kilo almaya neden olabiliyor
Ayrıca D vitaminin leptin düzeyinin seviyesinde önemli bir rol oynadığını ifade eden Koç, “D vitamini eksikliği hipotalamusun algılamış olduğu leptin düzeyinin seviyesini değiştirmesinde son derece etkin. Demir, B12 vitamini gibi vitamin ve mineraller doğru ve uygun olduğu takdirde hipotalamusun doğru çalışmasına yardımcı olur” dedi.
“Beslenme alışkanlığı değişmezse ameliyat istenilen sonucu vermez”
Obezitenin tedavi edilmesi için ilk akla gelenin özellikle son zamanlarda artan mide küçültme ameliyatı olmaması gerektiğini söyleyen Koç, “Obezite bir metobolik sendromdur ve bunun tedavisi de tek bir şey değildir. Hasta her açıdan değerlendirilmeli, ona göre tedavi edilmelidir. Hemen ameliyat olmamalıdır. Hastanın alışkanlıkları göz önüne alınmalıdır. Eğer alışkanlıklarını değiştirmeyecekseniz cerrahi müdahalede istenilen sonuç alınamaz. 1-2 sene içinde her şey düzgün yapılsa bile alışkanlıklar değişmeyeceği için tekrar kilo alımı başlıyor” diyerek obezitenin tedavisi hakkında bilgilendirmelere şu şekilde devam etti;
“Obeziteyi tedavi etmek demek sadece cerrahi değil. Öncelikle beslenme tarzı değişmeli ve günlük hayatımıza egzersizi yerleştirmeliyiz. Fakat yeme beslenme alışkanlığı çok önemli. Beslenme ile ilgili davranış değişikliği mutlaka tedavi edilmeli, yeniden en uygun hale getirilmeli, gerekirse psikiyatrik destek sağlanmalı. Tokluk hissi veren sentetik ilaçlar da var. Fakat diğer türlü yağ yaktırıcı, hızlı kilo verdirici ilaçları hiçbir zaman doğru bulmadım. Cerrahi tedavi de yine tedavi yöntemleri arasında. Metobolik hastalığınız varsa ameliyat şekilleri değişiyor. Body mass indeksi 40 ile 45 arası ise genelde muz mide ameliyatı oluyor. Ameliyat düzgün yapılırsa en az 2-2,5 sene size kilo aldırtmıyor. Beslenme alışkanlığınızı düzgün tutarsanız, vücut yeni leptin düzeyine alışıyor ve metobolik hadiseyi düzeltmiş oluyorsunuz. Ayrıca kilo verdikçe ve aynaya baktıkça mutlu olursunuz ki bu da size kilo vermede yardımcı bir faktördür. Fakat siz yine de sağlıklı bir beslenme alışkanlığı edinmeyip kilo aldırıcı gıdalar tercih ettiğinizde yine almaya başlarsınız. Kilo vermek istiyorsanız gün içerisinde aldığınız kalori miktarı, yaktığınız miktardan az olmalı. Tersi olursa kilo alırsınız” ifadelerini kullandı.
Obezite ile ortaya çıkan başlıca sağlık problemleri
Pandemi döneminin uzaması ile birlikte oranların daha da artabileceğinin altını çizen Koç, obezitenin şeker hastalığı ile birlikte neden olduğu diğer sağlık problemlerini de şu şekilde sıraladı;
“Obezitenin neden olduğu çok büyük sağlık problemleri var. Kardiyovasküler sistemi etkiliyor ve hiper tansiyon, şeker, solunum sistemi hastalıkları, sindirim sistemi, cinsel işlev bozuklukları ortaya çıkıyor. Eğer kilolu iseniz ve cerrahi bir müdahaleye gereksinim duyarsanız çok büyük sorunlar ortaya çıkıyor ve risk oranı da artıyor. Bir de ardından psikolojik problemler ekleniyor. 40’ın üzerindeki indeks değerinin adı zaten değişiyor, morbid obezite diyoruz yani ölümcül obezite. 50’in üzeri ise süper obezite oluyor. Bu hastalarımız eğer tedavi edilip kilo veremezlerse hızla kaybediliyor.”
“Toplumsal farkındalık arttırılmalı, trans yağlar için harekete geçilmeli”
Toplum olarak obezite konusunda dünya çapında artan oranlarımızı azaltmak için toplumsal bir mücadele verilmesi gerektiğini vurgulan Koç yapılması gerekenler için, “Öncelikle farkındalık arttırılmalıdır, toplum yeterli ve dengeli beslenme ile ilgili doğru bilgilendirilmeli, doğru örnekler verilmeli, bireyler düzenli olarak fiziksel aktiviteye teşvik edilmeli ve bunun için olanaklar sağlanmalı. Örneğin, koşu yolu, bisiklet yolu gibi yerler arttırılarak insanlar egzersiz için özendirilmelidir. Bir diğer önemli konu ise, trans yağlar. Trans yağlar, yiyeceklerin raf ömrünü uzatmak amacıyla değiştirilip yiyeceklere katkı maddesi olarak kullanılan şeyler. Raf ömrü uzasın derken insanları kanser eden, iştahını sürekli arttıran, her türlü hormonunu alt üst eden yağlardır. Trans yağların doğal olanı vardır, gereklidir ama endüstriyel olanlar inanılmaz derecede iştahı arttırıp kilo alımına sebep olur.