“Kaygı ve belirsizlik öğrencileri okuldan soğuttu”
Korona virüsün öğrencilerdeki psikolojik etkisine değinen Psikoloji Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Nevin Eracar, pandemi sürecinin oluşturduğu kaygı ve belirsizliğin öğrencileri okuldan soğuttuğunu kaydetti. Eracar, uzaktan eğitimin en büyük avantajını ise öğrencilerin kendi sorumluluklarını alma bilincine ulaşması olarak yorumladı.
Covid-19 nedeniyle tüm dünyada aylarca süren karantina, eğitimi de olumsuz etkiledi. Öğrenim sürecini evlerinden, uzaktan eğitimle yürüten öğrencilerin başta teknik (internet, tablet, bilgisayar) aksaklıklar olmak üzere aile içinde de ders ortamının tam anlamıyla sağlanamaması gibi nedenlerle sıkınlar yaşadığını ifade eden İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Psikoloji Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Nevin Eracar, pandemi sürecinin anaokulu, ilkokul, ortaöğretim, lise ve üniversite çağı için farklı etkilerinin olduğunu belirtti.
Uzaktan eğitimin okul ve derslerden soğumaya neden olduğunu belirten Eracar, “Öğrenci, genç bu süreçte kendini geleceksiz hissetmeye başladı. Giderek ofisler kapanıyor. Patronlar bir ofiste çok daha fazla sayıda kişinin yapacağı bir işi evde daha az kişiye yaptırmanın yollarını bulmaya başladı. Evden çalışmayı isteyen bazı sektörlere de bu süreçte yol açıldı. Bu da işsizliği arttıran bir durum. Öğrencilerin en büyük kaygısı işsizlik kaygısıdır. Gençlerimizdeki bu geleceksizlik çok ürkütücü. Bu yüzden de ‘okusam ne olacak’ diye bir atalete düşebiliyorlar” açıklamasında bulundu.
“Aile içi çatışmalar arttı”
Sürecin çocuk ve gençler üzerindeki psikolojik etkililerine değinen Eracar, “Okul çağına anaokulundan itibaren başlamış olan bir çocuğun okuldan kazanacağı en önemli şey sosyal ilişkiler, akran ilişkileri ve daha da önemlisi aileden, anneden ayrışma, bağımsızlaşma ve kendine ait bir dünya oluşturma fırsatı bulmasıdır. Bu fırsat şu anda yok. Küçük yaş gruplarındaki çocuklarda gerileme diyebileceğimiz kadar ileri bir seviyede aileye, anneye tekrar bağlanma, içinde bulunduğu alanda sıkışıp kalma durumu yaşanıyor. Ergenlik çağındaki öğrencilerde ise ailede büyük çatışmalar yaşandığı görülüyor. Çünkü çocuğun aileden ayrışabilmesi için bir mesafeye ihtiyacı var. Aile bu mesafeyi genellikle koruyamıyor. Çocuk evde diye sanki küçük bir çocuk gibi davranabiliyor. Bu durumda da ergen, ailesini biraz itmek zorunda kalıyor. Bu itme de duygusal çatışmalar, özel çatışmalar, sosyal çatışmalar şeklinde gösteriyor kendini. Küçük yaş gruplarından bazı çocuklar ise bu süreçte bebekleştiler” dedi.
“Öğrenciler sorumluluklarını aldı”
Uzaktan eğitimin üniversite öğrencilerini nasıl etkilediğini yorumlayan Eracar, “Uzaktan eğitimin avantajını öğrencilerime sorduğumda, ‘Okula ulaşım için yolda çok zaman harcıyorduk şimdi tek tuşla bilgisayardan derse girebiliyoruz’ dediler. Tek avantaj olarak bunu söylediler. Bir de üniversite öğrencisi bu süreçte kendi sorumluluğunu almak zorunda kaldı. Yani derse girerse öğrenmiş olacak, girmezse de eğitimden mahrum kalacak. Öznel kararıyla derse girip, girmeme seçimini yapmış oldular. Bunu da uzaktan eğitimin öğrenciler üzerindeki bir diğer avantajı olarak yorumlayabiliriz. Dezavantajlarına bakacak olursak da akran ilişkileri yok oldu. 18-24 yaş aralığı ergenliğin son aşamasıdır ve bu yaş aralığı üniversite öğrencisi için hayatta nasıl bir yol izleyeceğine karar verdiği dönemdir. Bu dönemde yapayalnız kaldılar. Bu noktada hocalar da onlara yardımcı olmak için farklılıklar ortaya koymalı. Öğrenciye ulaşabilmek için elinden gelen gayreti göstermeli” diye konuştu.
Uzaktan eğitimde öğrencilerin yaşadığı sıkıntılardan bahseden Eracar, “Çocuklar evden derslere bağlanırken teknik sorunlarla karşılaşabiliyor. Bu sorun çözülse bile ‘Ev kaç odalı, çocuğun kendi başına dersini yapabileceği bir odası var mı, o oda çocuk için özel olarak ayarlanabiliyor mu?’ bütün bu faktörler uzaktan eğitimin eğitime benzemekten çıkmasına sebep oldu. Çok küçük bir kesim ancak bu şartlara adapte olarak öğrenmeye devam edebiliyor” dedi.
“Görüntülü ders anlatımı motivasyonu arttırıyor”
Çok tartışılan derste ‘kamera açma’ meselesini değerlendiren Eracar, “Bu konuyu öğrencilerime sorduğumda; “Hocam siz kamera açtırıyorsunuz, açtırdığınız için biz derse daha dikkatle katılıyoruz” cevabını aldım. Bütün gün bilgisayar başında kalmak herkes için zor ve yorucu. Bu durum eğitimcilerin de motivasyonunu düşürüyor. O yüzden öğrencinin kamerayı açması eğitimcinin motivasyonunu da yükseltiyor. Derste kamera açtıran hoca ile açtırmayan hocanın derse katılımı, motivasyonu ve dersin canlılığı çok farklı” ifadelerini kullandı.
“Okula yeniden adaptasyon sağlanmalı”
Yüz yüze eğitime yeniden başlanması durumunda özellikle küçük yaş gruplarının yeniden okula adapte olmaları gerektiğinin altını çizen Eracar, “Öğretmenlerin bu dönemi aşmak üzere özel adaptasyon çalışması yapmaları gerekir. Bunun için de öğretmenlerin uygun programlarla eğitimler almaları gerekiyor. Yaparak ve yaşayarak öğrenme metotlarını öğretmenlere yeniden kazandırmak lazım. Ailelere de bu noktada önemli görevler düşüyor. Ebeveynlere tavsiyem; gencin ne düşündüğünü, ne yapmak istediğini kendisinden dinleyin. Ona bir şey tavsiye etmek, nasihat vermek, yol göstermek yerine konuların kendisi tarafından ifade edilmesine fırsat verin. Gencin yol bulması için biraz geride kalın” şeklinde konuştu.
Bu süreçte teknolojiye bağımlılık aşamasına gelindiğini ifade eden Eracar, “Teknoloji bağımlılığını kışkırtan şey dijital dünyanın kendini dayatmasıdır ve bunun kaçışı yok. Bütün mesele araçları işlevsel kullanmayı öğrenmektir. Eskiden belli bir yaşa gelmeyen çocuğun eline tablet vermeyin deniyordu şimdi anaokulu çocuğunun programı bile dijitalleşti. İnsanoğlu dünyanın değişen ve gelişen koşullarına adaptasyonla mutasyona uğruyor” diyerek sözlerini sonlandırdı.