Psikiyatristler uyarıyor: “Salgın kaygısını yenmek bizim elimizde”
Bulaşıcı hastalık kapmaktan aşırı korkmanın ‘salgın hastalık anksiyetesi’ni tetiklediğini belirten Prof. Dr. Sibel Çakır, “Anksiyetenin sürekli olması, fizyolojimizi bozar. Psikolojik dengemizin bozulması, bedensel sorunlara da neden olur” diyerek, sürecin nasıl daha iyi bir şekilde atlatılacağı hakkında bilgi verdi.
Dünyayı ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir konu haline gelen korona virüs salgını, eğitimden iş yaşantımıza kadar birçok alanı etkisi altına alıyor. Sağlık açısından mümkün olduğunca dışarı çıkılmaması uyarıları gelirken, uzmanlar bu süreçte aile ve sosyal çevre ile iletişimi güçlü tutmanın kişiyi psikolojik olarak güçlendireceğini söylüyor. Korona virüs durumunu olağan sıkıntılardan biri olarak görülmesi gerektiğinin altını çizen Bahçeşehir Üniversitesi (BAU) Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sibel Çakır, “Korona virüs haberleriyle aşırı ilgilenmek, sadece bu konuya kilitlenmek, anksiyeteyi arttırır” dedi.
"Hayatı kontrol etmeye çalışmayın”
Birtakım önlemlerle bu sürecin daha kolay atlatılacağını ifade eden Sibel Çakır, şunları söyledi:
"Bilinmezliğe karşı toleransınızı arttırın. Hayat zaten sık sık iyi ve kötü sürprizler yaşatır. Yaşamın değişmez kuralı gelecekten beklentilerimize karşın, hayatın bildiğini okuması ve kendi sistemi ile devam etmesi. Bunu kabullenip, hayatı nafile biçimde kontrol etmeye, değiştirmeye çalışmayalım. Aslında anksiyete ile savaşmamak lazım. Yani neye çok direnirsen, bir şekilde sürmesine de katkıda bulunursun. Bu uykusuzla savaşıp hiç uyuyamamak gibi bir durum. Bunun yerine salgın riski ve önlemlerini de, yaşadığımız sıkıntılardan biri gibi kabullenmek, aşırı tepkilerden ve davranışlardan kaçınmak iyi bir yol. Salgın ile ilgili tüm haberleri izlemeye çalışmak, hastalığın bütün belirtilerine karşı aşırı dikkat kesilmek, gece gündüz buna odaklanmak algımızı bozarak, her normal işareti yanlış yorumlayıp kaygı düzeyimizi tırmandırır. Titiz ve mükemmelliyetçi kişilerin zihninin genelde kötü senaryolara odaklanmak gibi eğilimi olabilir. Hastalık kapsak bile iyileşme ve zarar görmeden çıkma olasılığı çok yüksek, ölüm oranı çok düşük ve biz paniklediğimizde bu objektif gerçekleri unutuyoruz. Bilinmezlikler, her zaman daha ciddi tehlikelerden çok daha korku veriyor bize.”
“Vitesi küçültüp biraz dinlenelim”
Anksiyetenin sürekli olması, günlerce devam etmesi ve şiddetinin yüksek olmasının fizyolojimizi bozacağını belirten Prof. Dr. Çakır, “Salgın hastalık anksiyetesini, bulaşıcı bir hastalık kapmaktan aşırı korkmak ve hastalık bulaşması ile ilgili yoğun zihinsel, davranışsal uğraşlar vermek, zaman ve enerji harcamak bütün bunların da günlük yaşam aktivitelerini olumsuz biçimde bozması şeklinde özetleyebiliriz. İnsan vücudu bu kadar yüksek dozda ve uzun süreli stres karşısında olumsuz yanıtlar verir. Uyku, iştah, dikkat ve konsantrasyon bozulur. Daha sonraki dönemlerde kan basıncımız, nabzımız, bağışıklık sistemimiz olumsuz etkilenir. Yani psikolojik dengemizin bozulması, dahili, bedensel sorunlara da neden olur. Bunlar devam ederse de arkadan depresyon gelişmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle vitesi küçültüp biraz dinlenelim, dikkat ve gündemimizi olağan yaşantımız ve yapamadığımız olumlu uğraşlara kaydıralım. Eve çekilip yakınlarımızla sohbet etmeye, paylaşmaya, az tüketmeye, basit yaşamaya ya da çalışmayı evde sürdürmeye dönelim” şeklinde konuştu.
"Sorun devam ediyorsa psikolojik destek almak şart”
Virüs salgını ile ilgili haberlere aşırı maruz kalmak, çok sayıda sosyal medya paylaşımı yapmak ve doğruluğu bilinmeyen haberlerin arasında kaybolmanın duygularımızı, gerçekçi ve objektif düşünme, biçimimizi bozduğunu ifade eden Prof. Dr. Çakır şu uyarılarda bulundu:
"Aşırı biçimde tüm detayları ile haberleri takip etmek yerine günde bir iki kez resmi ve güvenilir kaynakları izlemek yeterli. Mesela Dünya Sağlık Örgütü, Sağlık Bakanlığı ve konu ile ilgili çalışan akademisyenler gibi. Evde karantinada kalmanın çok izole ve yalnız hissettirmesine izin vermemeli. Yakın arkadaşlar, aile bireyleri ile iletişim, sosyal etkileşim ve aktiviteler ihmal edilmemeli. Zamanı hem fiziksel hem psikolojik direncimizi yükseltecek aktivitelere ayırmak daha mantıklı. Hayatın bizi motive eden noktalarına, hedeflere, yapmakta olduğumuz işlere, keyif aldığımız anlara, kişilere odaklanmak daha iyi bir yol. Kaygıyı, depresif duygu durumu ve uyku bozukluklarını düzeltemezsek acilen psikolojik destek almak gerek. Daha önceki karantinalarda, akut stres bozukluğu ve travma sonrası stres bozukluğu geliştirmiş kişiler olduğu göz önüne alınırsa, kaygı ve endişe düzeyi yüksek kişilerin daha çok kendilerini sakinleştirmeleri, sosyal destek sistemlerini harekete geçirmeleri önemli. Bu önlemlere rağmen stres sürüyorsa, psikolojik destek almaları gerekir. Uykunun ve iştahın bozulması, alkol, sigara ve madde kullanımının artması gibi belirtiler, psikiyatrik destek almak için önemli işaretler olabilir.”