İstanbul İmam Hatip Lisesinde okuduğumuz yıllardı. Biz Cuma namazı kılmak için bazen Yavuz Sultan Selim Camii'ne, bazen de Balat'ta İmam Hatip olan İmdat Kaya Hoca'nın Camii'ne gider ve O'nun vaazlarını dinlerdik. O dönemdeki Papa Türkiye'ye ziyaret yapmış ve Ankara'da uçaktan indiğinde Esenboğa havalimanında yeri öpmüştü. Vaazında konuyu değerlendiren İmdat Kaya Hoca, 'Aman ha dikkat edelim, Papa havaalanında yeri bizi sevdiğinden öpmedi, aksine toprağı "ey Anadolu seni ne zaman alacağız? Ey Anadolu toprağı ne zaman bizim olacaksın ve üzerinde yürüyeceğiz?" dileği ile öptü' demişti.
Papanın İznik'teki birinci İznik konsili yıl dönümü âyinini yönrtmesinde herhangi bir sıkıntı yok. Çünkü Dinimiz, 'herkesin inanç ve ibadet hürriyetine sahip olduğu' ilkesini, 'Dinde zorlama yoktur' (Bakara Suresi, 256. Âyet), ' Senin dinin sana, benimki de bana' (Kâfirun Suresi, 6. Âyet) ilkeleri ile teminat altına almıştır. Peygamberimiz de bu ayetlerden hareketle adı önceden Yesrib olan ve sonradan da, 'hukukun uygulandığı yer/şehir' anlamındaki Medîne'nin yahudi, hristiyan, müşrik, müslüman, vb. inanca sahip olan halkı ile beraber kaleme aldığı, 'Medine Sözleşmesi'nde, 'herkesin inanç ve ibadetinde hür olduğunu' karara bağlamıştır. 2. Mehmed nam-ı diğer 'Fatih' de İstanbul'a girdiğinde gayr-i müslimlere 'inanç ve ibadet hürriyeti' ile 'yaşam hakkını' garanti etmiştir. Bildiğimiz gibi Devletimiz de anayasal bir hak olarak 'làikllik' ilkesi gereğince her bir vatandaşına 'inanç ve ibadet hürriyetini' sağlıyor.
Papa'nın gelişi, umarım başka bir amaçla değil de sadece bir ayin yönetmek ve ziyaretlerde bulunmakla sınırlıdır. Yakın geçmişte bir iş adamının Haliç üzerinde özel yatıyla seyrederken Patrikhane önünde açtığı 'Ekümenik Patrik' afişi ile patrik'e selâm göndermesi ve mevcut patriğin bir kaç yıl önce, 'hristiyanlarca 15 Ağustos'ta Hz. Meryem'in gökyüzüne yükseldiğine inanılan törenleri' Sümelâ'da yönetmek için Trabzon'a gittiğinde havaalanında birkaç kişi tarafından boynuna Trabzonspor kaşkolu takılarak talihsiz bir şekilde 'ekümenikk patrik' denerek karşılanması büyük bir talihsizlikti. Bunun üzerine Fatih Kaymakamlığı çok içerikli bir basın açıklaması ile, 'Patrikhanenin Lozan Antlaşması ile İstanbul'daki Rumların ve Bozcaadaki Ortodoks hristiyanların din hizmetlerini görmek üzere Fatih Kaymakamlığına bağlı bir kurum ve patriğin de bu bağlamda Fatih Kaymakamlığı'ndan maaş alan 'hristiyan din adamı' bir memur olduğunu' belirtmişti. Ben de o dönem Trabzon Kuzey Ekspres Gazetesinde halen gogulda mevcut olan, 'Kerameti Kendisinden Menkul Olmamalı' ve 'Kaynakları İle' başlıklı iki tane yazı kaleme almıştım. 'Kerameti Kendisinden Menkul Olmamalı' başlıklı yazımda, İstanbul'daki patrikhanenin/doğu kilisesinin, 1054 yılında "Ruhu'l Kudüs'ün 'Baba' yani Allah'tan teşekkül ettiği" yorumu ile " 'baba/Allah' ile 'oğul yani İsa'dan teşekkül ettiğini" söyleyen Batı kilisesinden/Roma'dan farklı görüşte olduğunu açıklayarak ayrılmış ve 'ortodoksluk mezhebini oluşturduğunu belirtmiştim. Ayrıca 'ayinlerde mayalı mı yoksa mayasız ekmeğin mi kullanılacağı?' 'papanın evrensel yargı yetkisinin olup olmadığı?' konularındaki ihtilaflar da bu iki kilisenin ayrılışındaki önemli etkenlerdendir. Sonraki yıllarda Rusya kilisesinin Doğu kilisesinden ayılması üzerine patriğin konumu Lozan'da da tescillendiği şekli ile 'İstanbul ve Bozcaada'daki Rumların din hizmetini görmek' olarak kayıt altına alındı. Devam eden dönemde Martin Luther ve Jean Calvin'in, 'kaynak olarak sadece Kitab-ı Mukaddes'in kabul edilmesi' görüşü ile iki mezhebi birleştirme çalışmaları katoliklik merkezi olan batı kilisesi ile ortodoksluk merkezi olan doğu kilisesi din adamları tarafından tepki görüp kabul edilmeyince onların bu çıkışı, kendilerini benimseyen taraftarları ile beraber 'protestanlık' ismi ile üçüncü bir mezhebin oluşmasını beraberinde getirdi. Yine bu yazımda zaman zaman iddia ettiklerinin aksine patrikhaneye hiçbir zaman 'ökümenik' yani 'evrensel anlamda söz sahibi olmak sıfatı verilmediğini de belirtmiştim.
'Kaynakları İle' başlıklı yazımda da şunu anlatmıştım. Türkiye'de bu konuda epeyce sayıda önemli çalışmalar yapıldı. Bunlardan ikisini burada zikretmeyi elzem kabul ediyorum. Zikredeceğim ilk çalışma, benim de kendisinden 'Dinler Tarihi Dersi' aldığım Marmara İlâhiyat'ın eski hocalarından şimdi merhum olan Doç. Dr. Süreyya Şahin'in 'Fener Patrikhanesi ve Türkiye' isimli eseridir. Bu eser aynı zamanda onun doktora tezidir. Hocamız bu eserinde patrikhanenin varoluş ve bulunuş misyonunu çok güzel anlatıyor. Diğer çalışma da, Prof. Dr. Mehmet Çelik'in, "Türkiye'nin Fener Patrikhanesi Meselesi' isimli eseridir. Mehmet Çelik Hocamız da bu eserinde patrikhane meselesini geniş açıdan ele alarak konuyu kaynakları ile dile getiriyor.
Hristiyanlık tarihindeki yirmi bir konsilden ilki başta olmak üzere 8 tanesi Bursa'nın İznik ilçesinde toplandı. Diğerleri de Roma, İskenderiye, Selçuk/Efes, İstanbul Kadıköy ve Antakya'da toplanan konsilleridir. Patrikhanenin 'ökümeniklik' iddia etmesi bu şartlarda mümkün değildir. Çünkü mevcut Hristiyanlık dininin temellerinin atıldığı I. Kostantin talimatı ile M. S. 325 yılında toplanan I. İznik 'Ökümenik konsilde' "Canonic" yani Hristiyanlık hukukuna bağlı olarak 'Hristiyanlığın kutsal kitapları', 'inanç esasları' ve 'ökümenik kiliseler' belirlenmiştir. Buna göre bu konsilde 'Antakya', 'İskenderiye' ve 'Roma' kiliselerine ökümeniklik payesi verilmiş ve bu üç kilise dışında İstanbuldaki kilise dahil hiçbir kiliseye 'ökümeniklik payesi' verilmemiştir. Ayrıca bu konsilde "bir yerin 'ökümeniklik' özelikte olabilmesi için buranın 'Apostolik' özellikte olması yani 'Hz. İsa'nın herhangi bir havarisinin oraya sağlığında gelmesi ve bizzat onun tarafından kurulması gerektiği" kararı alınmıştır. Dolayısıyla Hz. İsa'nın havarilerinden herhangi birisi İstanbul'a gelmediği için "patrikhanenin 'ökümeniklik' iddia etmesi" hristiyanlık inancının temel ilkeleri gereğince söz konusu değildir. Mesela Antakya'daki Saint Pierre Kilisesi hristiyanlarca, 'Hz. İsa'nın 12 havaresinden birisi olan Aziz Petrus'un ilk vaaz ettiği yer' olarak kabul ediliyor. Milli kiliselerin iç organizasyonları olarak sonraki yıllarda oluşturulan patriklikler, sadece kendi kiliseleri üzerinde yetkili olup hiçbir zaman evrensel hakimiyetleri yoktur. Siyasi otorite zaafiyetinden dolayı İstanbul Episkoposluğu M. S. 381 yılında toplanan İstanbul konsilinde 'patriklik statüsüne' kavuşturulsa da hiçbir zaman 'ökümenik sıfatını' alamamıştır. Öyleyse patrik'e zaman zaman bir devlet başkanıymış gibi 'ökümenik patrik denmesi' asla doğru değildir. Çünkü bu mevcut Hıristiyanlık dininin temel bir ilkesidir.
Papa Türkiye'ye gelsin ve ayin de yönetsin. Bunda hiçbir sorun yok. Şayet bu ziyarette birinci İznik konsilinde alınan kararları yeniden gözden geçirerek buradan "patrikhaneye 'ökümeniklik' verilmesi maddesinin eklenmesi" çalışması olursa, buna karşı çıkarız. Çünkü bunların zihinlerinin perde arkasında böyle bir düşünce her zaman var olduğu görülüyor. Onların bu düşüncesine karşı çıkarken de ilmi kriterlerimizin olması gerekir ki bunlar da var ve şöyledir. Birinci İznik konsilinde, Hristiyanlık inancının temelleri atılmış, kutsal kitaplar belirlenmiş/inciller yazılmış ve Hristiyanlık dininin temel kuralları belirlemiştir. Bu sırada itiraz eden üç tane din adamı papaz da idam edilmiştir. Birinci İznik Konsili'nde belirlenmiş olan bugünkü Hristiyanlığın temel kuralları değiştirilemez. Bu bağlamda Hristiyanlar tarafından bize şöyle itiraz edilebilir. 'Sizde yani İslâm Dini'nde 'İctihad' denen bir kavram var ve siz yorum yaparak yeni kurallar beriliyorsunuz'. Evet biz gerektiğinde ictihad ederek yeni kurallar belirliyoruz, ancak ana kuralları değil, sadece zaman içerisinde oluşan yeni sorunları dinin değişmez ana kurallarından hareketle tali/detay çözümler getiriyoruz. Ana kurallarla asla oynamıyoruz. 'İctihad', dinin asıllarını belirlemek değildir, dinin asıllarından hareketle tali kurallar oluşturmaktır. Başka bir ifade ile tümellerden hareketle dinin asılları ile çelişmeyecek tikel kurallar/geçici çözümler bulmaktır.
Papa'nın ziyaret güzergâhında Lübnan ve Ürdün de bulunuyor. Bu durum, dünyadaki tüm hristiyanları bir çatı altında toplamayı amaçlıyor' diye yorumlanıyor. Bu da ayrı bir durum.
Hülâsa, Papa gelsin ve ayin yönetsin. Hiç sorun yok. Belirttiğimiz gibi 'inanç ve ibadet hürriyeti' herkes için geçerlidir. Buna saygı duyuyoruz. Çünkü dinimiz böyle emrediyor. Ancak papa burada 'I. İznik konsilini tashih edelim' derse, ona bilimsel kriterlerle eleştiri getiririz.
İnanç ve ibadet konuları üzerindeki itiraflar sebebiyle Batı Kilisesinden ayrılan ve sonradan 'patrikhane' olan Doğu Kilisesi'nin son zamanlarda sanki aralarında ihtilâflı konular yokmuş gibi batı kilisesi'ne/Vatikan'a yaklaşması mànidardır. 'Ökümeniklik', bir anlamda kendi içinde bağımsız olmak ve devletin denetimi dışında kalmak demektir. Bu da, üniter bütünlüğümüz için büyük bir tehlikedir. Türkiye'de din hizmetini yürüten 'Diyanet İşleri Başkanlığı' bile şeffaf ve Cumhurbaşkanına bağlı anayasal bir kurum olarak çalışıyor. Bu ne demektir? Diyanet İşleri Başkanlığı bile gerektiğinde devletin denetimine tàbidir.
Devletin denetimine tâbi olmayan herhangi bir kurum olamaz..