Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


YÜZÜNCÜ YILI ANISINA CAMİDE  EZBERE OKUDUK..

​​​​​​​Bugün İstiklal Marşı'nın 12 mart 1921 yılında Türkiye Büyük millet Meclisi'nde kabul edilişinin  yüzüncü yıl dönümü idi.


Ne müthiş bir tevafuk ki İstiklâl marşının Türkiye Büyük millet meclisi'nde kabul edilişinden bir asır sonra yani yüzüncü yılındaki kutlamalar yine 12 Mart gününe denk geldi. Bu nedenle ülke sathındaki tüm camilerde Cuma Hutbesi 'İstiklal Marşı'nın Kabulü' başlığını taşıyordu. Cuma Namazından önceki sohbette  İstiklal Marşı'nın on kıtasını yani kırk bir mısrasını ezbere okuduk, 'okuduk' ifadesini kullanıyorum, çünkü Fuat Nuhoğlu Bey de bana eşlik ederek koro oluşturdu, bu durum o sırada cemaatin o kadar hoşuna gitmiş olacak ki onlar da aşina oldukları cümleleri dudaklarıyla tekrar ediyorlardı. Geçen yıl ülkemizin yetiştirdiği  en önemli mevlidhanlardan olan Hafız İsmail Coşar'ın cenaze töreni için Ankara'ya gitmiştim. O gün öğleden sonra kalan kısa sürede Ankara'da şimdiye kadar görmemiş olduğum yani gezmemiş olduğun Tacettin Dergahı, şu anda Kurtuluş müzesi olarak kullanılan Birinci ve İkinci Meclis'le beraber şu andaki  Meclis de vardı ve  onları gezmiştim.  Altındağ İlçesi hudutlarındaki Birinci Meclis,  İkinci Meclis, Hacı Bayram Camii ve  Ankara Kalesi'nin olduğu vadi, etrafında her ne kadar gökdelenler yükselse de Türkiye Cumhuriyeti  Devleti'nin Osmanlı'nın küllerinden kurulduğu günlerin havasını hala daha taşıyor gibi.  Herkese burayı bu duygularla gezmelerini öneririm Tacettin Dergahı, iki katlı çok sade bir mimariye sahip. Burayı gezdiğimde; Mehmet Akif'in gece yatağından kalkarak zorlanıp yumrukladığı ve İstiklâl Marşı'nın bazı mısralarını yazdığı  duvarlara baktığımda o günleri sanki görür gibi oldum. Şu anda Kurtuluş Müzesi olarak kullanılan  Birinci Meclisi gezdiğimde; dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver'in İstiklàl marşını   üç defa ayakta okuyup bütün milletvekillerinin ayakta gözyaşları içerisinde dinledikleri anı sanki yaşar gibi oldum. Her bir mısrası müthiş ve her biri diğerinden daha değerli ama şu mısralardaki cümlelerden de çok etkileniyorum, bunları yazmak; farklı bir dünyada olmayı gerektirir gibi geliyor bana.

' Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım, Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım, Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım, Yırtarım dağları, eginlere sığmam taşarım'..

'Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın,  Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın. Doğacaktır sana vadettiği günler hakkın,

 Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın'

' Bastığın yerleri, toprak diyerek geçme tanı, Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen, şehit oğlusun,  incitme yazıktır atanı, Verme dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna, olmaz ki feda, Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda.

 Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda'..

İstiklal Marşı; daha İstiklâl Savaşı devam ederken dönemin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan bir yarışma sonucu ortaya çıkması; çok ilginç, demek ki o günkü büyük Devlet Adamlarımız, İstiklál Savaşı'nın zaferle sonuçlanacağından o kadar emindiler ki daha o kadar cephede savaş devam ederken İstiklàl Marşı oluşturma eylemine girmişlerdi. Bu öngörülerinden dolayı, kendilerini kutluyor ve minnet duyuyorum. Bildiģimiz gibi  yedi yüzün üzerindeki katılımcılar arasında Mehmet Akif yoktu. Deniyor ki 'ödül verileceği için Mehmet Akif yarışmaya katılmamıştı'. Tamam da ben, buna katılmıyorum, doğru Mehmet Akif gibi büyük şairler ödül için yarışmaya katılmazlar, siz onların ayağına gidip, onlardan istekte bulunacak ve yardım talep edeceksiniz. Ve nihayetinde de böyle doldu, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmet Akif'e giderek 'İstiklal Marşı yazmasını rica etti', Mehmet Akif de bugünkü İstiklal Marşı'nı kaleme aldı, yedi yüz eserin arasından Mehmed Âkif'in eseri birinci seçilince M. Âkif verilen ödülü bir hayır kurumuna bağışladı. Herhalde öyle yapacaktı, çünkü  Mehmet Akif ihtiyacı olduğu halde, üstündeki paltoyu ihtiyaç sahibi olan bir  kişiye verebilecek kadar mâsivâdan kendisini sıyıran birisiydi, vefat ettiğinde cenaze töreninde bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda katılımcı vardı, ama İstanbul Üniversitesi'nden bir öğrencinin 'Milli Şair Mehmet Akif'in  tabutu geçiyor' duyurusundan sonra hemen üniversiteden getirilen bir bayrak tabutuna örtülmüş, halk Bayezid Meydanı'ndan Edirnekapı'ya doğru sel gibi akmaya başlamıştı. Mehmet Akif Sbilürreşad Dergisindeki yazılarıyla ve Anadolu'daki camilerdeki vaazları ile halkı İstiklal Mücadelesine destek vermeye davet etmişti, o günlerde matbaasını Kastamonu'ya taşıyarak dergiyi orada da çıkarmıştı. İstanbul İmam Hatip Lisesi'nde her derste bir kitap tavsiye ederek okumamızı öğütleyen bir edebiyat hocamız vardı. Lise son sınıftaydım ve  79-80 Eğitim Öğretim yılı idi ve okul olarak çok soğuk ve  karlı bir cuma akşamı bayrak asma töreni  yapıyorduk. Öğrenciler olarak bizler,  bir an önce tören bitsin ve evlerimize gidelim diye düşüncesi ile söylediğimiz İstiklal Marşı'nı hocamız iki defa yarıda kesmiş ve bize üçüncü defa İstiklâl Marşını söyletmişti. Söz konusu Edebiyat Dersi Hocamız  bize, 'siz İstiklâl Marşı'nı canlı cenaze gibi okuyorsunuz ve bir an önce evlerinize kaçmak istiyorsunuz, siz burada İstiklal Marşı'nı söylerken karşıdaki patrikhanenin çanı titremeli, Rum okulunun camları sallanmalı, İstiklâl Marşı'nı doğru dürüst söyleyin, yoksa sizi burada saatlerce soğukta bekletirim' diye bağırmış ve İstiklal Marşı'nı bize üçüncü defa söyletmişti. Onun şöyle de bir uygulaması da  vardı; o her dönem mutlaka sözlü yapar, on kıta ve kırk bir  mısrası ile İstiklal Marşı'nı ezbere okuyamayanları  sınıf geçirmezdi. Bu nedenle daha lise son sınıfta ezberlediğim İstiklal Marşı'nın on  kıtasını bugün bile  ezbere okuyabiliyorum. Mehmet Akif İstiklal Marşı'nı Safahat isimli eserini almadı, çünkü o, 'İstiklal Marşını milletime armağan ettim' demişti. Yani şunu demek istiyordu,  'İstiklal Marşı'nı yazarken sahip olduğum duygular ve kullandığın ifadeler; milletin her bir ferdinin sahip olduğu duygular ve ifadelerdir. M. Âkif şöyle de dua etmişti, 'Allah, bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırtasın'. Günümüzde İstiklal Marşı söylendiğinde bir duyarsızlık görüyorum, yürüyenler,  ilgi göstermeyenler, vs.  Oysaki bize ta ilkokulda iken şöyle öğretilir; 'İstiklal Marşı okunurken o programda olmasak bile, okuyanların sesini duyduğumuzda; derhal esas duruşa geçer ve  aynı cümleleri tekrar edilir'.  Çünkü bağımsızlığımızı ilan eden en önemli sembol, 'Al Yıldızlı Bayrağımız' ve en önemli cümleler de;  'İstiklal Marşımız'dır. Evet, 'Allah, bu millete birdaha İstiklal Marşı yazdırtmasın'..