Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


UMARIM BİZE HAKLARINI HELAL EDERLER

Çanakkale Boğazı’ndan geçen herkes daha girişte Necmettin Halil Onan’a ait olan, 


‘Dur yolcu, bilmeden gelip  bastığın bu toprak,
 Bir devrin battığı yerdir..’ 
şiirinin ilk mısralarını görür. Malum bu eşsiz şiir,

‘Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir’

diye de devam eder. Çok merak ediyorum, bu mısralar nasıl kaleme döküldü? Bu ne müthiş bir ufuk dünyasıdır? Herhalde bu anlatımı yapabilmek; başka dünyalarda yaşamış olmayı gerektiriyor. Söz konusu şiirin devamını ve Mehmet Akif’in ‘Çanakkale Destanı’ adlı şiirini okumayı, herkese öneriyorum. Ve bu girişle konuya gelelim.

Sarıyer Vehbi Koç Vakfı  Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde 18 Mart 2015 yılında Çanakkale Şehitlerini yüzüncü yılında anma programı sebebi ile okulun konferans salonunda yaptığım konuşmadır. Tam altı yıl sonra yani Çanakkale Zaferi’nin yüz altıncı yıldönümünde sizlerle de paylaşıyorum. İşte altı yıl önce yaptığım söz konusu konuşmam. 
Sayın müdürüm, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin yoğrulmasında büyük emeği olan elleri öpülesi saygıdeğer öğretmen arkadaşlarım ve sevgili öğrenciler.
Huzurlarınızda bulunuyor olmamı; sizlere konuşma yapmak olarak değil de, Hz. Ebubekir’in halife seçildiği zaman yaptığı konuşmasında yer alan, ‘en iyiniz olmadığım halde buraya getirilmiş durumdayım’ sözündeki duygular ve sizlerle bir iki hatıra ve düşüncesini paylaşmak olarak değerlendirmenizi istiyorum. Anlam dolu günlerde yapılan konuşmalara, ‘çok heyecanlıyım, ne söyleyeceğimi bilmiyorum’ diye gelenekselleşmiş bir cümle ile de başlandığı olur. Evet bugün duygu yüklüyüz ve hepimiz heyecan doluyuz.
Yıllar önce Sarıyer Müftülüğü olarak Çanakkale’ye gezi düzenlediğimizde, şehitliği gezebilmek için yarımada içerisinde doksan kilometre yapmak gerektiği ve buranın yerleşime açık olduğunu görünce çok şaşırmış, eski bir Genel Kurmay Başkanımız’ın,  ‘Çanakkale’ye her gittiğimde oradaki şehidler, taşlar, ağaçlar, kuşlar ve  topyekün çevre ile konuşur gibi olurum’ sözü aklımıza geldiğinde çok duygulanmış ve şehitler Abidesi’nin yanına gittiğimizde de duygularımız doruk yapmıştı.  Ve bu sırada, her yerde bir şehit yatıyor, her yerde bir şehid var düşünerek ma’zur göreceğiniz ümidi ile söylüyorum inanın ‘ihtiyaç görmeye korkar olmuştuk’. Bu sırada seksenli yıllarda Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Lisans Döneminde öğrenci iken yaşadığımız bir olay aklıma gelmişti. Çanakkele’nin yıldönümü On sekiz Mart yine böyle bir Çarşamba gününe tevafuk etmişti. Mehmet Akif’in şehitler onuruna yazdığı ‘Çanakkale Destanı’nı ta’b eden yani basmış olan bir gazete  elimizde olduğu halde sınıfa girmiştik. Daha günün ilk saatinde söz konusu gazete küpürünü elimizde gören mantık dersi hocamız Hasan Küçük beyefendi birden dersi bırakarak, ‘Şu boğaz harbi nedir, var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü, beşi’ diye Çanakkale Destanı’nı ezbere okumaya başlamış, şehitleri koyacak yer olmadığını anlatan, ‘sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın, gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın’ mısralarında hocamızın ses tonu giderek yükselmiş  ve ‘Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber, sana aguşunu/kucağını açtı duruyor peygamber’ mısraları ile destanı bitirirken, sanki ‘Coştum yine dalgalanıyorum ben..’ halk müziği sözlerinde olduğu gibi kendinden geçercesine sesi koridorlara yansırcasına, ‘anası şehit, babası şehid, ecdadı şehid, şehid oğlu şehid’ diye haykırarak, bu milletin alevisi, sünnisi, türkü, kürdü, lazı, tüm unsurları ile Muğla’sından Artvin’ine, Edirne’sinden Diyarbakır’ına varıncaya kadar topyekün bir mücadele ile tarih yazdığını, ellili yıllarda şehitlerin onuruna abide’nin dikilebilmesi için, şehid bedenlerinin başka yerlere nakledilmesi zorunluluğu sebebi temel atma işleminin aylarca süren serüven oluşturduğunu anlatmıştı bize hocamız.
Mehmet Akif’e göre İslam’ın daim olabilmesi için savunma amacı taşıyan iki tane mücadele vardır. Bunlardan biri Bedir Muharebesi, diğeri de Çanakkale Savaşlarıdır. Peygamberimiz Bedir Muharebesi’ne çıkarken Fiili Duanın yanında, ‘Ya Rab. Şayet bugün bu ordu galip gelemezse, sana ibadet edecek bir kişi bile kalmayacak’ diye dua etmiş ve sonunda müslümanlar buradan eşsiz bir mücadele göstererek zaferle çıkmışlardı. Şanakkalede’de ecdadımız aynı kararlılıkla çarpışmış ve onlar da bir zafere kavuşmuşlardı. Şayet haçlı ordusu Çanakkale’yi geçmiş olsaydı, sadece Anadolu’ya yerleşmekle kalmayacak, ‘Tevhidin yani tek Allah İnancı’ anlamındaki İslam’ın sembolü Kabe’yi de gidip yok edecekti. Bunun için Akif; ‘Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi, Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi’ ünlü destanında mısralarına yer vererek Çanakkale’yi geçilmez kılanları övmüştür. İslam Dünyası’nn yirminci yüzyıldaki en büyük düşünürü ve Mehmet Akif’le muasır olan Pakistanlı şair Muhammed İkbal, ünlü Lahor Meydanı’nda yaptığı bir konuşmasında Pakistan Halkı’nı ve İslam Dünyası’nı Çanakkale’ye destek olmaya davet ederken Mahşer Günü Allah’ın huzurunda hesap verirken söyleyeceklerini zihninde tasarlayarak  şöyle anlatır; “Allah’ın huzuruna çıkacağım zaman peygamberimizle karşılaşacağım ve bana soracak. ‘Muhammed, nereye gidiyorsun, görevlerini yaptın mı? Bu soruya, ‘Allah’ın Huzuru’na çıkacağım,  ama görevlerimi yapamadım’ diye cevap vereceğim. Peygamberimiz, ‘Peki öyle ise neyine güvenerek Allah’ın huzuruna çıkacaksın?’ dediğinde, ‘Müslüman Türkler’in Çanakkale’de İslam’ın var olması için akıttıkları kanı gördüm. O’na güveniyorum’ cevabını vereceğim.  İki binli yıllarda Çin’in Ukrayna’dan ‘müze yapacağını’ söyleyerek satın aldığı ancak şimdi uçak gemisi yaptığı Varyag, Boğaz’dan geçerken o günkü süper lise öğrencilerimizle dersi bırakıp dışarı çıkmış ve rıhtımda söz konusu geminin geçişini seyrediyorduk. Bu sırada öğrenciler, ‘hocam ne hissediyorsunuz, sizin için ne anlam ifade ediyor?’ diye sorunca, onlara, ‘benim için hiçbir şey ifade etmiyor ve hiç de anlamı yok, şayet siz bu geminin daha mükemmelini yapıp ülkemize kazandırırsanız o bizim için çok anlamlı olur, onda kendimizi görürüz, inanın bu yetenek sizde var’ demiştim. Japon eğitimciler hep şunu söylerler, “biz gençliğimizi Hiroşima ve Nagazaki’ye getirerek, “şayet ülkemiz için çalışmadıklarında atom bombalarını yeme tehlikesinin her zaman devam edeceği’ şuurunu onlara kazandırırız, Türkler de gençliğini Çanakkale’ye getirerek onlara ‘ülkeleri için çalışmadıklarında haçlıların kendi bu topraklardaki emelleri bitmeyecek olduğu şuurunu gençliğine kazandırabilirler’”. Beyhan Sertel Aksop ve Mustafa Yetiş öğretmen arkadaşlarım bana Çanakkale’nin yüzüncü yıldönümündeki programda konuşmayı yapma görevini verdiklerinde, ‘eyvah, metrekareye dakikada altı bin merminin düştüğü ve Gazi Mustafa Kemal'in yarbay rütbesi ile Conk Bayırı’nda  tümen  komutanlığı yaparak yıldızlaştığı, Daru’l Fünun/İstanbul Üniversitesinin, İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’nin, Galatasaray, İstanbul, Kastamonu, Trabzon Lisesi gibi Anadolu’da pek çok lisensin mezunlarını şehid olarak me’zun ettiği Çanakkale’yi konuşmak bana mı kaldı’ diye düşünmüştüm. Bizim ‘ya tarihle övünüp durmak, ya da onu tamamen inkar etmek’ gibi bir zaafımız var. Oysaki geçmişi iyi analiz edip, geleceği ona göre şekillendirmek gerekir ki Çanakkale’yi de bu çizgide anlamak gerektiği kanısındayım.
Sabrınızı daha fazla taşırmadan şehitlere dua konusu ile konuşmamı bitiriyorum. Bir dönem çok şehit haberi gelirdi.  Bir Ramazan Ayının son akşamı Teravih Namazı bitiminde Ramazan Ayı’nda yaptıklarımız bağlamında özet bir değerlendirme ve teşekkür konuşması yaptığım sırada bir öğrencim, ‘hocam, şehitlerle ilgili konuşmadın, bu konuda bir konuşma yapsanız iyi olur’  diye seslenince ona şöyle dedim: ‘bu konuda üzülmeyen olabilir mi? Ben, ‘kuru bir çok üzüldüm’ demekle sanki görevimi yaptım bedavacılığından kaçıyorum. Sana şunu söyleyeyim. Zümer Suresi’nin 30. ayetinde, ‘sen öldün, onlar da ölecek’ diye peygamberimizin öldüğü ve mü’minlerin de yaşayıp sonunda ölecekleri anlatılıyor, ama Bakara Suresi’nin 154. Ayetinde, ‘Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, onlar yaşıyorlar, ama siz bunu anlamıyorsunuz’,  Al-i İmran Suresi’nin 169-171. ayetlerinde ‘onlar Allah tarafından rızıklandırılıyorlar’ şehitlerin ise ölmedikleri, yaşadıkları, hatta onları Allah’ın rızıklandırdığı fakat bunu bizim anlayamadığımız belirtiliyor. Hz. Muhammed de,  ‘Cennete giren hiç kimse geri dönmek istemez, ancak şehidler hariç, Onlar, gördükleri itibar karşısında, onlarca defa dünyaya geri dönüp yeniden şehit olarak cennete gelmek isterler’ buyurmuştur. Bunun için Mehmet Akif Çanakkale Destanı’nı, ‘Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, sana aguşunu/kucağını açtı duruyor peygamber’ diye bitirmiştir. Yirmili yaşlarda kendilerini bizim için feda ederek toprağın altına seve seve giren  ve onlar sayesinde yiyip, içip, gezerek yaşamını devam ettiren bizler, ‘izin verelim de!’; şehidler peygamberimizin yanında olsunlar ve aynı muameleyi görsünler. Şehidlere elbette Kur’an okuyup dua edelim ama ‘onların mı bizim duamıza, okuyacağımız Kur’anlara  ihtiyaçları var? Yoksa bizim, onların bize haklarını helal etmelerine mi ihtiyacımız var? Acaba onların uğruna canlarını feda ettikleri değerlere layık olarak yaşıyor muyuz’. Onun için diyorum ki; umarım bize haklarını helal ederler.
Bu görevi layık gören Beyhan Sertel Aksop ve Mustafa Yetiş öğretmen arkadaşlarıma ve bunu onaylayan okul müdürümüz Maksut Balmuk Bey’e  teşekkür ediyor, Çanakkale’nin yüzüncü yılında huzurlarınızda olduğum bu anı hayatımın bundan sonraki döneminde ‘en önemli hatıra’ olarak saklayacağımı belirtiyor, şehitlerimizin huzurlarında saygı ile eğiliyor ve bendenize tahammül ederek dinlediğiniz için; sizleri en içten dileklerimle saygı ve sevgi ile selamlıyorum..