Ali Büyükasar

Tarih: 02.12.2021 16:46

TÜRKOLOJİ TARİHİ VE TARİHSEL GELİŞİMİ

Facebook Twitter Linked-in

Bunlar arasında özellikle Türk dili ve Türk edebiyatı hususi bir yer tutar. Türk milletinin konuştuğu dil olan Türkçe yaklaşık 4.000 yıllık bir maziye sahiptir. Türkçenin şimdilik takip edilebilen yazılı tarihi ise milattan sonra 8. yüzyılda yazılan Orhun Kitabeleri’ne dayanır. O zamandan günümüze değin Türk dili üzerinden zengin bir edebiyat geleneği kurulmuş ve Türkçe’nin sınırları kıtaları boylayarak geniş coğrafyalara yayılmıştır.

Türkoloji öncelikli olarak Türk dili olmak üzere Türklerin tarihi, kültürü ve edebiyatını inceler. Geçmiş ve günümüz Türkçesi ve Türk toplumları bu bilimin ana konusunu oluşturur. Türk toplumunun ilgili olduğu diğer toplumlar da Türkoloji’nin ana konusu içindedir. Türk halkları, Türk dil ve lehçeleriyle ilgilenir. Türkoloji; Türk dili, edebiyatı, tarihi, dini ve Türk toplumlarının maddi-manevi kültürünü sistematik şekilde toplar ve araştırır. Türklerin ve Türkçe konuşan toplumların dilini, tarihini, edebiyatını, güzel sanatlarını vb. inceleyen sosyal bilimlerin tümünü Türkoloji veya başka bir deyişle Türklükbilimi disiplini oluşturmaktadır. Türkolojinin inceleme alanlarından Türk dilinin, dilbiliminin, tarihinin, tarihbiliminin, genel kültürünün ise sosyoloji ve felsefenin ışığında incelenmesinin gerektiği kuşkusuzdur. Söz konusu alanların bağlı oldukları uygun bilim dallarına göre tanımlanmaları ve adlandırılmaları da buna bağlı olarak yapılmalıdır.

Bunun yanı sıra Türkoloji disiplininin tümünü oluşturan bilim dalları, aynı bir biçimsel ve anlamsal düzlemde yer aldığından ve çeşitli dallarıyla benzer bir dili, tarihi, dolayısıyla kültürü incelendiğinden dolayı Türkoloji, Türklükbilgisi ve Türklükbilimi nitelikli oluşunu, Türklük oldukça sürdürecektir. Türkoloji, Türklerin geçmişini, tarihini öğrenmesi bakımından önemli bir bilim dalıdır. Türk halkının soyunu, kültürünü, edebiyatını öğrenmesini sağlamaktadır. Bu bilimde uzmanlaşan kişilere Türkolog denir. Türkologlar, her bir Türkün, kendini tanıması, geçmişle gelecek arasında köprü kurmasına vesile olmaktadır.

Türk edebiyatının asıl malzemesi olan ve türkolojinin de mühim bir kısmını oluşturan “Türkçe” üzerine yapılan araştırmaların tarihi epey eskilere dayanmaktadır. Türklük Bilimi çalışmalarını iki bölüm hâlinde değerlendirebiliriz. Bunlardan birincisi “Türklerin” yaptığı çalışmalar, diğeri ise “Türk olmayanların” yaptıkları çalışmalardır. Türkler, soylu ve köklü bir ulus oldukları için yazılı tarihimizin başladığı Orhun Yazıtları‘ndan önceki döneme ait bilgilerimizin tümü, dış kaynaklardan alınmıştır. Bu kaynaklardan en önemlileri “Latin – Bizans” kaynaklarıdır. Bütün Avrupa halkları, Türkler hakkındaki bilgileri 4. yüzyıl ile 6. yüzyıl arasında yaşamış olan Priskos, Apolinaris ve Jordanes gibi Latin veya Bizans kökenli yazarlardan öğrenmişlerdir.

Türkler hakkındaki bilgilerin önemli bir kaynağı da “Çin” kaynaklarıdır. Milattan önceki dönemlerden itibaren, Çince yazılmış belgelerde Türkler ile ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır. Çin kaynaklarında “Türk” adı, “T’u-küe” biçiminde geçmektedir. Hatta “Orhun Yazıtları” bile, Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarının batı yüzlerindeki Çince metinlerden yola çıkılarak çözülmüştür. “Tang Sülalesi Tarihi” ve “Yeni Tang Sülalesi Tarihi” adlı eserlerde de, Bilge Kağan ve Kül Tigin’den bahsedilmiştir. Ayrıca Çinli şair “Ye-lü-Zhu” da şiirlerinde Yazıtlar‘dan bahsetmektedir.

Pian del Carpine, Villem Van Ruysbroek, Marco Polo, İbni Batuta başta olmak üzere, çeşitli gezginlerin yazdıkları da Türkler’in geçmişi hakkında bilgi edindiğimiz kaynaklardandır. 14. yüzyılın başlarında Türk Dili üzerine, Avrupa’da İtalyanlar ve Almanlar tarafından “Codex Cumanicus” adlı eser yazılmıştır. Osmanlı Türkleriyle Avrupalılar arasında yaşayan savaşlar ile birlikte, Avrupa’da Türklük Bilimi araştırmaları artmaya başlamıştır. Johann Schildtberger, Philipp Johann von Strahlenberg ve Pietro Ferraguto gibi kişiler, Avrupa’da başlayan Türklük Bilimi’nin öncülerindendir. Pietro Ferraguto, 17. yüzyılda “Grammatica Turca” adlı eseriyle Türk dilinin gramerini ilk defa sistemli olarak tespit etmiştir. Türklük Bilimi ile ilgilenen savaş tutsaklarının yanı sıra, Türklerle siyasi ve ticari ilişkiler içinde bulunan bazı kişiler ve türlü amaçlarla kurdukları kurum ve kuruluşlarla Hristiyanlık propagandası yapan bazı misyonerler de Türkler hakkında araştırmalar yapmışlardır.

Avrupa’daki ilk Türkoloji kürsüsü, Paris’te 1795 yılında açılan “Ecole des Langues Oriantales Vivantes“ta kurulmuştur. Ancak “Türkoloji kürsüsü” niteliğinde olmasa da Türkler hakkında araştırma yapan ve daha önce kurulmuş bazı okullar da vardır. Bu kurum ve okulların en eskisi, 1627′de Roma’da kurulan “Collegium de Propaganda Fide“dir. Daha sonra Paris, Rusya, İtalya, Almanya ve İngiltere’de benzer okul ve enstitüler kurulmuştur. Çalışmaların değerlendirildiği ilk “Doğu bilimcileri” kurultayı ise, “Congres International Orientales” adıyla 1873 yılında Paris’te yapılmıştır. Türklerle ilgili bilgi kaynaklarının çoğalması ve bu konularla ilgilenenlerin artmasıyla, Türklük Bilimi çalışmaları 18 – 19. yy’da hız kazanmış ve Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde Türklük Bilimi araştırma merkezleri kurulmuş, üniversitelerde Türklük Bilimi bölümleri açılmıştır.

Ziya Gökalp, Avrupa’da ortaya çıkan Türklük Bilimi çalışmalarını, iki boyutta değerlendirmiştir. Bunlardan birincisi Fransızcada “Turquerie” denilen “Türkperestlik, Türk severlik“tir. Auguste Comte, Mismer, Pierre Loti, Lamartine… gibi kişiler, bu duruşla Türklerle ilgili dostça yazılar yazmışlardır. İkinci boyut ise; Türklük Bilimi, Türkiyat veya Türkoloji adıyla bir bilim kolu olarak gelişmiştir. Özellikle Rusya, Almanya, Macaristan, Danimarka, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde eski Türkler, Hunlar ve Moğollar araştırılmıştır. Avrupalıların dışında, Arap ve Fars kökenli bazı tarihçiler de Türklerle ilgili bazı araştırmalar yapmışlardır. Ebu Hayyan ve İbn Mühenna gibi Arap dilcileri, Memluk Türkçesi üzerinde çalışmışlardır. İranlı tarihçi Cüveyni ve Fahrettin Mübarekşah, 12. ve 13. yüzyıllarda Göktürklere ait yazıtlardan söz ederler.

Türklük Bilimi’nin ikinci gelişim çizgisi yerli kaynaklara dayanmaktadır. Bu kaynaklara göre, Türklük Bilimi çalışmaları, 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan “Divan-ü Lügati’t Türk” adlı eser ile başlar. Kaşgarlı’dan sonra ilk çalışmalar Ali Şir Nevai‘nin “Muhakemetü’l-Lügateyn“; Bergamalı Kadri’nin de “Müyessiretü’l-Ulâm” adlı eseriyle devam etmiştir.

19. Yüzyılda Türklük Bilimi çalışmaları ile siyasi Türkçülük bir arada yürümektedir. Her ne kadar yöntemleri, amaçları ve yaklaşım biçimleri farklı olsa da, Türklük Bilimi çalışmaları her zaman siyasi Türkçülüğe malzeme olabilecek veriler ortaya koymuştur. Türklük Bilimi araştırmaları, bizim için “milli” bir özellik taşımakla birlikte, artık önemli ölçüde “uluslararası” nitelik de kazanmıştır. Bugün ABD, Almanya, Çin, Danimarka, İngiltere, İran, İtalya, Macaristan, Rusya, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi onlarca ülkede, birçok Türklük Bilimci çalışmalar yapmaktadır. Bizde Türklük Bilimi’nin 19. yüzyıldan sonraki önemli temsilcileri şunlardır: Ahmet Vefik Paşa, Süleyman Paşa, Ahmet Cevdet Paşa, Fuat Paşa, Ali Süavi, Şemseddin Sami, Veled Çelebi, Bursalı Tahir, Ahmet Mithat Efendi, Abdurrahman Fevzi Efendi gibi önemli isimler olmuştur.

Türkiye'deki uluslaşma sürecini kabaca Tanzimat döneminden başlatabiliriz. Kaşgarlı ile başlayıp Osmanlı Türkleriyle gelişmeye devam eden Türklük Bilimi çalışmalarının “bilimsel bir disiplin” içerisinde ele alınması oldukça yakın bir dönemde gerçekleşmiştir. Yıkılan Osmanlı yerine kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti'nin de bir ulus devlet olması Türkoloji çalışmalarına yeni bir ivme kazandırmıştır. Bu sürecin zirvesi ise kurduğumuz Cumhuriyet'tir. Anadolu'da başta Selçuklu ve Osmanlı olmak üzere kurduğumuz devletlerin son halkası olan Türkiye Cumhuriyeti de özellikle 1930'larda ulus devlet politikaları uyguladı. Kaşgarlı ile başlayıp Osmanlı Türkleriyle gelişmeye devam eden Türklük Bilimi çalışmalarının “bilimsel bir disiplin” içerisinde ele alınması oldukça yakın bir dönemde gerçekleşmiştir. Ziya Gökalp’in sosyolojik incelemeleri Türklük Bilimi çalışmalarına bir ivme kazandırmış ve Fuat Köprülü‘nün 1924 yılında İstanbul Edebiyat Fakültesi’ne bağlı olarak kurduğu “Türkiyat Enstitüsü” ile Türklük Bilimi artık önemli bir aşamaya kavuşmuştur. Ulu Önder Atatürk‘ün, özellikle Türk Dili, tarihi ve coğrafyası üzerinde araştırmalar yapılması için “Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi“, “Türk Dil Kurumu” ve “Türk Tarih Kurumu“nu kurması, Türklük Bilimi ile ilgili çalışmalara çok büyük katkı sağlamıştır. Günümüzde; Türkiye'de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde  100'den fazla Türk dili ve edebiyatı bölümünde "Türk dilbilimcisi" ünvanıyla her yıl yeni Türkologlar yetiştirilmektedir. Dünyanın bir çok ülkesinde Türkoloji adında yeni bölümler ve enstitüler kurulmaktadır. Türkiye dışında 57 ülkedeki 200’den fazla merkezde akademik eğitimin yanında ticari ve turistik amaçlarla da Türkçe öğretimi yapılmaktadır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
... ...