Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


ŞÜKÜR VE MÂTEM

 Peygamberimizin vefatından sonra ikinci halife Hz Ömer döneminde,  olayları Kameri/Ay Takvimi ile de ifade edebilmek için bir düzenlemeye gidilmiş ve takvim başlangıcı olarak da Peygamberimiz ve ashabının Miladi 622 yılında Yesrib'e yapmış oldukları hicret baz alınmış ve Kameri Takvim'deki aylardan Muharrem Ayı da senenin başlangıcı olarak kabul edilmişti. Bunun için aslında Ay'ın hareketlerinden oluşan bu takvime halk arasındaki yaygın ifade ile, 'Hicri Takvim/Hicri Yıl' da denmektedir. 



        Muharrem Ayı'nın tarihte farklı zamanlarda biri olumlu ve biri de olumsuz olmak üzete iki tane önemli olaya tanıklığı var. Bildiğimiz gibi tarihte yaşanmış olan  Nuh Tufanı;  Muharrem Ayı'nın onuncu günü sona ermişti. Nuh Peygamber de, inşa ettiği gemiye binen ve Tufan'ın sona ermesi ile boğulmaktan kurtulanların azığından toplayarak 'Allah'a şükretmek' anlamında bir çorba pişirtip çevresindekilere dağıttırmıştı. Aslında söz konusu çorbada bilindiğinin aksine  on  çeşit gıda yoktu. 'Aşere' / 'عشر'  arapçada 'on' demektir, 'Aşere Günü' de,  "Muharrem Ayı'nın 'Onuncu Günü"  yani  Nuh Tufanı'nın Muharrem Ayı'nın onuncu günü sona ermesi nedeni ile, 'yeniden hayata dönüldüğü' anlamında 'Şükredilen Gün' anlamına gelmektedir.  Zaten Hz. Nuh'a; 'hayat kendisi ile yeniden başladı' anlamında 'Âdem-i Sânî/İkinci Âdem' de denmektedir. İşte Nuh Peygamberin o gün yaptırdığı çorbaya da, 'Onuncu Gün Şükür Yemeği' anlamında 'Aşure Çorbası'  denmiştir. 'Aşûre Gününü', biz de kutluyoruz. Bizler,  'On Muharrem Aşure Günü'nü kutlamakla; aslında Yüce Yaratıcı'nın bizi yeni bir yıla ulaştırdığı için sadece tarihi yaşatmıyor, aynı zamanda da şükretmiş oluyoruz. Peygamberimiz; Ramazan Orucu farz kılındığı ana kadar, 'Muharrem Ayı'nın onuncu gününde oruç tutulmasını'  nerede ise farza yakın derecede önemsiyordu.  Hatta Peygamberimiz'den,  'Muharrem Orucu'nu  zorunlu tuttuğu' -bu hadisin sıhhat derecesi tartışılabilir-  konusunda rivayetler de bulunmaktadır. Zamanla  Ramazan Orucu farz kılınınca da; müslümanlar, Muharrem Ayı Orucu konusunda muhayyer bırakılmıştı.       
       Tarihte Muharrem Ayında bir de Peygamberimiz ve Hulefa-i Râşidî'n/Dört Halife Dönemi'nden sonra Muaviye'nin oğlu Yezid'in Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin'i şehid etmesi  yani 'Kerbela Hadisesi' gibi üzücü bir olay da yaşanmıştı. Söz konusu bu acı hâdise de; Muharrem Ayı'nın onuncu gününde gerçekleşmişti. Şiî, Câferî, Bektâşî ve Alevî olan müslüman kardeşlerimiz; her yıl On Muharrem Günü'nü, 'Mâtem Günü' olarak kabul edip yas tutmaktadırlar. Biz Sünnîler de bu feci hadiseden dolayı üzgünüz, ama on dört asır geriye dönerek,  bu acı olayı düzeltmek gibi bir gücümüz de bulunmamaktadır.  Caferiler; Muharrem Ayı'nın onuncu günü oruç tutmazken  Şii, Bektaşî ve Aleviler ise;  Muharrem Ayı'nın ilk on iki günü oruç tutarken aynı zamanda da  On İki Imam'a saygılarını iletmiş oluyorlar.    
       İçeriğine katılmasam da, şayet imkànım olur ise; ilginç hâdiseleri yerinde gözlemlemek, bazı tespitlerde bulunmak ve  o güne tanık olmak gibi hastalık derecesinde  bir âdetim var. Bu nedenle Câferilerin Halkalı Yahya Kemal Kültür Merkezi'ndeki,  'Evrensel Aşura Mâtem Günü' programlarına katılmıştım. Câferîler bu toplantılarında; Kerbelâ Hâdisesi'nin fecâatını anlatıp tiyatralleştirdikten sonra programa katılanlara pilav ve komposto ikramında da bulunuyorlar. Bir defasındaki ikramları sırasında  kendilerine,  'Aşure Çorbası yok mu?' diye sorduğumda bana, bugün; 'Şükür değil,  'Matem Günüdür' diye cevap vermişlerdi. Caferilerin, önceki yıllarda -basın ve yayın organlarına  da yansıdığı gibi- gerçekleştirdikleri programlarda zincirlerle kendilerini döverek kan akıttıklarını görürdük. Bu tasvip edilmeyen uygulama;  Hz. Hüseyin Kerbela'ya giderken 'bakın bu işin sonunda ölüm de var'  diyerek yanındakileri uyardığında,  yol boyunca belirli güzergahlarda geri dönenler olması ve bir müddet sonra da Hz. Hüseyin ve yanındaki yetmiş iki kişinin şehâdet haberi gelmesi üzerine; geride kalanların,  "eyvah, Peygamberimizin torununu niye yarı yolda bıraktık?' pişanlığı doğması nedeninden kaynaklanıyor.  İşte Kerbelâ Hâdisesi'nin yasını tutanların kendilerini zincirlerle dövme âdeti, bu pişmanlığı ifade ediyor. Câferi kardeşlerimiz, bugün için artık bu yanlış uygulamayı  terk ederek bunun yerine Kızılay'a kan bağışı yapmaktadırlar ki bu durum,  İran başta olmak üzere değişik yerlerde On Muharrem günü mâtemini tutan müslümanların, örnek aldığı bir uygulama hâlini aldı. 
       Peygamberimiz hicretten sonra Yesrib'e geldiğinde; yahudiler de Nuh Tufa'nının sona erdiği  Muharrem Ayı'nın onuncu gününü,  'Şükür Günü' olarak kabul ediyor ve bu günde oruç tutuyorlardı. Peygamberimiz de, sahabesine, 'Muharrem Ayı'nın sadece onuncu gününde değil de,  dokuz ile on veya on ile on birinci günlerinde iki gün oruç  tutmaları halinde yahudilere benzememiş olacakları' tavsiyesinde bulunmuş, sahabe de peygamberimizin bu tâlimatına harfiyen uymuştu. Peygamberimizin Aşûre Orucu konusundaki tavsiyesi asırlar boyu  bu şekilde uygulana geldi.  Zaten iki  hafta önceki Cuma Hutbesinde de bu konuya vurgu yapılmıştı.  Bir vatandaş bana geldi ve dedi ki, 'hocam ben Muharrem Ayının yedinci  günü oruç tuttum, bir de onuncu günü tutarsam;  peygamberimizin sünnetine uyarmıyım?'.  Ben de, olur dedim, çünkü o günkü toplumda Muharrem Ayı'nın dokuz, on veya on birinci günlerinde  iki gün oruç tutan kişilerin müslüman olduğu anlaşıldığı için, yahudilere benzemedikleri de belli oluyordu.  Şayet sen de o gün yaşamış ve Muharrem Ayı'nın yedi ve  onuncü günlerinde iki gün oruç tutmuş olsan; o toplumda senin müslüman olduğun zaten fark edilmiş olacaktı. Çünkü yahudiler; o dönemde sadece Muharrem Ayı'nın onuncu gün oruç tutuyorlardı. Ayrıca buna da gerek yok.  Peygamberimizin söz konusu o hadisini artık dönemsel ve yöresel kabul etmemiz lazım.  Çünkü bugükü yahudiler, Muharrem Ayının onuncu günü oruç tutmuyor ki biz Muharrem Ayı'nın sadece  onuncu gününde oruç tuttuğumuzda onlara benzemiş olalım. Kaldı ki,  'انما الا عمال  بالنيات' 'ameller niyetlere gòredir' hadisi zaten genel bir kural olarak bize yol gòsteriyor. Biz kalkar da sadece On Muharrem Günü oruç tutarsak, yahudilere benzemek gibi bir niyetimiz olmadığı için bir sorun teşkil etmez. Çünkü bizim niyetimiz; On Muharrem Günü 'yeni bir yıla sağlıkla çıktığımız için Allah'a şükretmektir, herhalde o günkü yahûdilere benzemek değildir. Dolayısı ile Muharrem Ayı'nda sadece bir gün de oruç tutulabilir.  Yani bu hadisi gündeme getirerek Muharrem Ayı'nda ille de  iki gün oruç tutulmasına vurgulama yapmanın bir alemi yok. Çünkü bugünkü yahudilerle o dönemdeki yahudiler -onlar da müşrik olmalarına rağmen- arasında bir benzerlik yok. Günümüzdeki yahudiler; Peygamberimize yapmadıklarını bırakmayan o gün Ben-i Kureyza, Ben-i Nadir, Ben-i Kaynuka'dan oluşan -elbette övmek için söylemiyorum-  yahudilere rahmet bile okutur. 

       Bazı kesimlerce çok öneme hâiz olan 'Matem Günü'nün  Muharrem Ayı'nda gerçekleştiğini  belirtmek için bu konuya girdim. Yoksa on dört asırdır devam eden, şimdiye kadar çözülemediği için bundan sonra da çözülemeyeceği belli olan bir olayı, herhalde bir köşe yazısı ile hallederim demek istemiyorum. Ancak bu konudaki görüşümü de söylemek istiyorum.  Diğerlerini anladım da Müslüman Türk kardeşlerimizin Müslümanlığı kabul etmemizden nerede ise iki asır önce  -Karahanlı Devleti'nin İslâmiyeti kabul edişini baz aldım- olmuş 'siyasi/hilâfet tartışması/devlet yönetimi erki ille de kendi uhdesinde olacağı' anlaşmazlığından kaynaklanan acı bir olayı miras olarak devralıp,  sonra da bunu bir ayrılık aracı görerek asırlar boyu taşımanın anlamsız olduğunu düşünüyorum. Evet, Muaviye; 'Hz Hasan'a kendisinden sonra  halifeyi tayin ederken saltanat usulünü bırakacağına' dair  söz vermesine rağmen yine de oğlu Yezid'i halife olarak vasiyet etmiş, Hz. Hüseyin de Yezid'in  keyfi uygulamalarına onay vermeyerek ona biat etmemiş ve sonunda halife Yezid O'nu şehid etmişti. İşte bu olay; geçmişte müslümanlar arasında siyasi/halife tartışmalarından olmuş acı bir hadisedir. Ancak Hz. Hüseyin'in şehâdeti her yıl sanki 'gayr-i müslimlerce müslümanlara yapılmış bir katliammış'  gibi anlatılıp ver yansın ediliyor. Tamam Yezid'in nezdinde Hz Hüseyin'in hatırı yoktu,  dedesi Peygamberimizin de mi hiç hatırı yoktu ki O'nu hunharca öldürttü?  Şu husus bilinmeli ki; ne bu olayın yasını tutanların, ne  bizlerin,  Hz. Hüseyin'in şehid edilmesinde bir sorumluluğumuz ve ne de asırlar öncesine dönerek bu olayı düzeltme imkânımız var. Kaldı ki Kerbelâ Fâciası; Karahanlılar'ın İslâmiyeti seçmelerinden on binlerce yıl önce gerçekleşmiş 'yönetim erki bende olsun' konusundan kaynaklanan bir durum. Ben İslâm Dini'ni seçmemizden çok önceki dönemlerde yaşanmış,  asla dini olmayan, aksine sadece siyâsi/hilâfet tartışmalarından kaynaklanarak  kan davası hâlini almış bir konuyu niye üstleneyim ki? Evet Peygamberimizin torunu Hazreti Hüseyin hunharca şehid edildi, elbette üzüntülüyüz ama bunu değiştiremeyiz. Bu nedenle bu acı hâdiseden ve müslümanları bölük pörçük edecek olan hususlardan ders çıkararak birlik ve beraberliğimizi pekiştirmeliyiz. 
       Ve de Muharrem Ayında; Hz. Nuh'u örnek alarak, 'Allah bizi yeniden bir yıla eriştirdi' diye düşünmeli ve ağırlıklı olarak 'Şükür Kavramı'nı gündeme getirmeliyiz..