Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


OĞUZHAN KADIOĞLU; YILIN MÜFTÜSÜ, ABDÜ’L SAMED ÇAKIR DA; YILIN İMAM HATİBİDİR.

Şu anda emekli olan bir dost bana şunu anlatmıştı. Kendisi kırk sene önce uluslararası gemi taşımacılığındaki  bir şirketin bir tankerine gemici olarak girmiş, amacı da ‘burada uzun süreli çalışmak’ değilmiş.


Bu arkadaş şöyle düşünmüş, 'bizim sulardan çıkıp avrupa ülkelerinden bir şehir limanına gemi demirleyince,   gemiden atlayıp o ülkeye iltica eder, orada işçi olur,  zengin olup refaha ulaşırım’. Nihayetinde ‘bu arkadaşın  düşüncesi gerçekleşmiş, gemici olarak işe başladığı tankerle sefere çıkmışlar, İtalya'da bir limana girdiklerinde gemi yük indirirken bu arkadaş hiç renk vermeden çalışmış, yükü indirmişler, gemi yük aldığı sırada ihtiyaç için verilen izin sürecinde çarşıya çıkmış, kaçmış ve gemiye  bir daha dönmemiş'. Bu vatandaş bana demişti ki,  'ben sanıyordum ki, beni yolda karşılayacaklar, "aranan işçi geldi" diye beni kucaklayacaklar, hemen işe girecek ve çalışacağım, bir gün geçti, iki gün geçti iş arıyorum ama bulamıyorum,  kimse de beni ellerini açıp kucaklayarak işe almak için uğraşmıyor,  nihayetinde param bitti, beni kaldığım otelden attılar, aç kaldım, ne yapacağım diye düşünürken,  kapısındaki tabelada,  “yemek içmek ve konaklamak ücretsizdir” yazılı olan bir kilise buldum ve o kilise vakfına sığındım, orada bir hafta yedim ve içtim, sonunda büyükelçilikle temas kurdum ve kendileri benim Türkiye'ye geri dönmemi sağladılar'.  Bu arkadaş bana demişti ki, 'ben kırk sene önce İtalya'da bir hafta boyunca kilise vakfında yattım kalktım, onlar beni açlıktan kurtardı,  siz bu camilerde ne iş yapıyorsunuz, sizin böyle bir faaliyetimiz niye yok?'.  Bu arkadaşa demiştim ki,  doğru söylüyorsun, siteminde haklısın, senin dile getirdiğin konu,  bizim kültürümüzde var, Mescid-i Nebevi'deki Suffa, Medine'de vakfedilen Su Kuyusu ve Hurma Bahçesi ile başlatılan vakıflar ve aşevleri ile bu durum geçmişte yaşatılıyordu.  Günümüzde bu uygulama inkıtaya uğramış olabilir. Bu çalışmanın zaman zaman yapılamamasında bazı su-i istimallerin de etkisi var.       Öğrencilerimle bulunduğum mahalde durumu iyi olanlarla bir kampanya düzenledik, yüz elli kolinin dağıtımını yaparken gördüm ki, emekli maaşı olan, evi olup kira vermeyen de istiyor. Yani bu aç gözlülük ve tamahkârlık, bu gibi hayr faaliyetlerinin yapılmasını zorlaştırıyor.

       Yeryüzünde ibadet amacıyla kurulan ilk mabed Kabe'den itibaren (Al-i İmran, 3/96) mescidler, sadece namaz ibadetinin ifa edildiği yerler değillerdi. Aksine mescidler; namaz ibadetin topluca eda edilmesinin yanında okul, hastane, adliye, ilmi sohbet ve düğünler gibi kültürel faaliyetlerin, aşevi ile aç olanların doyurulması gibi eylemlerin de yapıldığı yerlerdi. Bu uygulama, hicretten sonra Medine'de inşa edilen Mescid-i Nebevi'de de bizzat peygamberimiz tarafından gerçekleştirilerek bizlere önerilmiştir.
Ne zamana kadar? Ta ki Nizamülmülk'ün Bağdat'ta ilk defa bağımsız medreseleri inşa ettiği ana kadar. Bu dönemde, nüfusun giderek çoğalması, mantık ve akaid gibi ilimlerin karşılıklı müzakere sırasında yükselen ses tonlarının cami içerisinde namazın cemaatle kılınmasını zorlaştırması nedeni ile, Nizamü'l Mülk kendi döneminde Bağdat'ta bağımsız binalar inşa ederek medreseleri camiler bünyesinden alarak bu binalara taşımıştır. Bunu diğer kamu kurumlarının bağımsız binalara taşınması tâkip etmiş ve cami artık sadece namaz kılınan ve vaaz edilen mekânlar olarak kalmıştır. Ancak cami dışına çıkarılan bu kamu binaları, Selçuklular ve Osmanlılar'da cami bitişiğindeki külliye içerisinde faaliyetlerini göstere gelmişlerdir. Cumhuriyet döneminde ise camiler, sadece namaz kılınan mekânlar haline geldiler. 
Bu girişten sonra konunun ana fikrine gelmek istiyorum.
Şunu söyleyeyim ki aşağıda anlatacaklarım yanlış anlaşılmasın. Çünkü benim felsefemde, ‘kimsenin gönlünü hoş etme çabası yoktur’ Çünkü bendeniz; doğru bildiğimi; ‘babamın oğlunun beklentisinin aksine de olsa’ her yerde çekinmeden söylerim. Çünkü bugün itibarı ile elde ettiklerim Türkiye Cumhuriyeti Devleti sayesindedir ve onun dışında kimseye bir diyet borcum yoktur, zaten buna ihtiyacım da yoktur. Ama 'yiğidi öldür hakkını ver' felsefesi gereği, çalışan kişiyi takdir etmek de; en önemli erdemdir. Konuya gelelim. Hepimizin yazılı ve görsel basından takip ettiğimiz gibi ülkemizde ve adeta dünyanın pek çok ülkesinde ses getiren bir hareket oldu. Sarıyer Dedeman Camii İmam Hatibi Abdü’l Samed Çakır, ilçe müftüsü Oğuzhan Kadıoğlu’nun desteği ile, 'ihtiyacı olan alsın, imkanı olan ikram etsin’ parolasındaki çalışması ile caminin ayakkabıları bölümünü ihtiyaç sahipleri için yiyecek ve içecekler bölümüne ayırarak görülmemiş bir uygulama başlattı. Bu durum, yazılı ve görsel basının da dikkatini çekti ve ulusal kanallarımız yayınlarında yer aldı. Ulusal bazda  yapılan haberlerden sonra bu durum, beyne’l minel yazılı ve görsel basının da dikkatinden kaçmadı. Bildiğim kadarıyla şimdiye kadar 'Fransız afp', 'Alman ZDF', 'El- Cezire', Çek ajansı ve 'Türk Arabi' kanalları bizzat Sarıyer Dedeman Camiine kadar gelerek Cami İmam Hatibi Abdüssamet Çakır, bu durumun fikir sahibi olan ve Türkiye Diyanet Vakfı Sarıyer Şubesi ile destek veren Sarıyer Müftüsü Oğuzhan Kadıoğlu ile de söyleşi yaparak bu durumu kendi seyircilerine taşıdılar. Sarıyer Dedeman Camideki bu uygulamayı Ankara, Manisa ve Mersin gibi ülkemizin değişik illerindeki bazı görevli arkadaşlar da örnek alarak kendi camilerde uygulamaya başladılar. Uygulama yurt sathına yayılmaya başladı. Burada ne oluyor? Maddi durumu iyi olan hayr severler, yiyecek ve içecek getiriyor, fakirler de gelip ihtiyaçları kadar alıyorlar. Yani bu camide, 'sevdiklerinizden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe ulaşamazsınız' (Âl-i İmaran, 3/92) ayeti gereğince durumu iyi olanlardan olmayanlara yardımların ulaşılmasında bir aracı kurum olarak çalışılıyor. Dedeman Camiindeki bu uygulamaya büyük destek veren, 'Paslanacağımıza, yıpranalım' sözü; kendisine ait olan Oğuzhan Kadıoğlu bana demişti ki, 'işi niye uzatalım ki, yahu adam açlıktan ölüyor, hemen yardımına koşmamız lâzım' diye. Ve o, ülkemizde ilk vaka görüldüğünde daha sokağa çıkma yasağı gelmeden çok önceden Sarıyer Müftülüğü Diyanet Vakfı çalışanı görevli arkadaşlara talimatla yiyecek siparişi verdirerek hazırlığını yapmış ve hemen dağıtıma başlamıştı. Her babayiğidin işi değildir, dışarı çıkmak, kolileri sırtlayıp, maske ve elbisesini giyip de gecekonduları dolaşıp fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamak. Hem de bizler, aldığımız bir ekmeği evimizde yerken bile tedirgin olduğumuz sırada. Şunu diyeceğim, Sarıyer Kaymakamlığı Vefa ve Destek Gurubu, Sarıyer Müftüsü Oğuzhan Kadıoğlu'nun başkanlığında ihtiyaç sahiplerine Sarıyer Müftülüğü Diyanet Vakfı'nın da desteği ile yaptığı çalışmalar, 'a haber TV' tarafından yerinde takip edildi ve Baltalimanı Mahallesinde canlı yayına taşındı. Sarıyer Müftüsü Oğuzhan Kadıoğlu, 'şimdiye kadar bin ailenin üzerinde ihtiyaç sahibine ulaştıklarını, yüz yirmi beş din görevlisi ile her mahallemizde bu çalışmayı yaparak vatandaşımızın yanında yer aldıklarını, ayrıca vatandaşlarımızdan devletin kurduğu 112 irtibat hattına müracaat edip yardım isteyenlerin de yardımına koştuklarını.. ' belirterek Din Görevlileri'nin alanda olduklarını, milyonara duyurdu ve bana göre ‘haksız ve kasıtlı saldırıların olduğu sırada', Diyanet İşleri Başkanlığının ve Din Görevlilerinin de sesi oldu. Din Görevlilerine saldıran ve onlardan olmadık işler bekleyen ve işlerindeki sıkıntılarını Din Görevlileri üzerinden söyleme çabasına girenler de buradan ‘artık hadlerini bilirler’ diye düşünüyorum. Bir şey daha diyeceğim, bu kadar çalışkan olan Oğuzhan Kadıoğlu Bey'in markajı, çok zor ve kendisini Sarıyer'de tutamayacağız gibi gözüküyor. Şimdiden söyleyeyim ki, Sarıyer; kendisini çok arayacak. Bana göre, yılın Müftüsü olan;  Oğuzhan Kadıoğlu ve yılın İmam-Hatibi olan; Abdü’l Samed Çakır'ı kutluyor ve herkesin, Ramazan Ayı Bayramı; mübarek olsun diyorum..