Ben de ağabeyime dedim ki, biliyorsun ben kimseden çekinmem, düşüncelerimi söyler ve de yazarım, üniversitedeki bazıları gibi "ben düşüncelerimi söylesem beni üniversiteden atarlar" diyen ve bana göre ilim adamı değil de filim adamı olanlarla beni karıştırma, ben birileri gibi emekli olduktan sonra konuşmam, yazdıklarımın ve söylediklerimin arkasında durur, sonradan yok 'ben onu demek istemedim, sözlerime montaj yapmışlar' diyerek de 'U' dönüşü yapmam. Bahsettiğin konuda da yazacağım ama sıra gelmedi. Ve işte o yazım bugüne kısmet oldu.
Cuma Namazı, kılındığı yerlerde bölgenin sorunlarının görüşülerek çòzüme kavuşturulduğu haftalık bir toplantıdır. Yani bizler, toplumsal sorunları görüşüp onlara çözüm bulmak için toplanıyor ve bir araya geldiģimiz için de Cum'a Namazı kılıyoruz.
Basına yansıdığı şekliyle 'yaklaşık olarak dört hafta önceki Cuma Günü dünyanın en kısa Cuma hutbesi okundu ve sadece otuz saniye sürdü. Bu insanlığın ve müslümanlıarın tükeniş noktasıydı. Filistinli İmam Mahmut Hasanat, hutbeye çıkarak; "Otuz bin tane şehidin, yetmiş bin tane yaralının, yüz bin sakatın, iki milyon evsiz ve aç susuzun uyandırmadığı, bir şey anlatmadığı bir ümmete ben buradan konuşsam ne olur, konuşmasam ne olur, kamet getirin de namazımızı kılalım” dedi ve hutbeden indi. İşte bu insanlığın bitiş noktasıydı. Ve dünyanın en kısa ama en anlamlı hutbesiydi'.
Yakın geçmişte amerika'nın Irak'taki katliamları ve istilasında amerikan askerlerinin Saddam'ın heykeli üzerine çıkarak onu tekmelemeleri ve yıkmalarını çok kişi gibi ben de televizyondan canlı olarak büyük bir hüzünle seyretmiştim. Bu sırada amerikan askerleri, 'Saddam'ın heykelini yıkmış ve yerine bir de amerikan bayrağı asmışlardı'. Bu olay, o yıl Mevlid-i Nebi Haftası'na da yakın bir zamanda gerçekleşmişti. Ben de bunun üzerine büyük bir üzüntü içerisinde, 'Marmara Sentez'de yayınlanan 'Mesajı Evrensel Olan Peygamberimizi Anlamıyoruz' başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Evet, Saddam halkına zulmetmiş ve söylendiğine göre kimyasal silahlarla halkından kendisine karşı isyana kalkışan beş bin kişiyi öldürtmüştü. Elbette ki bu katliam hatta soykırım, insan onuru taşıyan hiçbir kimsenin kabul edebileceği bir olay değildi. Ama Irak'ın işgali sırasında Saddam'ın heykelinin yıkılıp yerine amerikan bayrağının asılmış olması da ne demekti? Biliyor musunuz?. Bu tavır, 'artık bundan sonra bu topraklarda artık bizim borumuz öter' demekti. Ben işte bunun için o sıra çok hüzünlenmiş, söz konusu yazıyı kaleme alarak, biz Peygamberimizi Onun bize Kur'an-ı Kerim'de getirdiği evrensel ilkeleri hayatımıza uygulayıp dünya ve ahiret mutluluğunu yakalamak, teknik ve teknolojide ilerleyerek 'muasır medeniyetler seviyesine çıkmak' icin hepimizce yerine getirilmesi bir zorunluluk ve bağlayıcı olan 'Sünnet-i İbadet' olarak değil de, bunun aksine O'nun kendisini toplumdan soyutlamadan günlük yaşantısında Peygamberliģinden sonraki dönemde de Peygamber olarak görevlendirilmediği dönemindeki gibi yetiştiği ortamdaki halk gibi davranması anlamındaki yöresel ve bizim için bağlayıcı olmayan 'Sünnet-i Âdet' olarak anladığımız ve sadece bu alana hasrettiğimiz için, batı dünyası en modern silahlarla bize saldırırken biz de onlara taş atarak cevap veriyoruz demiştim. Bu girişten sonra şimdi başlıkla bağlantılı olarak yazımın ana konusuna geleyim.
Bana göre Âkif'in deyimi ile 'Tek dişi kalmış canavar' olan İslâm Dünyası dışındaki malüm güruhun düzenlediği haçlı seferleri bitmedi. Çünkü emperyalistler ülkemiz ve islâm coğrafyasındaki emellerinden vazgeçmediler ve görünen o ki; vazgeçmeyecekler de. Ta ki biz onlardan her alanda güçlü olup onların cesaretini kırana kadar.
An itibarı ile Filistin Devleti toprakları içerisindeki Gazze ve Refah'ta tarihin en büyük katliamının yaşandığını söylemek, malümun ilânı olur. Siyonistler, büyük bir katliamla Filistin'de büyük bir soykırım içerisinde.
Öyle ki resmi rakamlara göre an itibarı ile elli bin kişi katledildi. Havadan bombardımanla da Gazze yerle bir edildi. Katledilenlerin ağırlıktaki çoğunluğu da çocuk ve kadın. Nedeni de, yeni bir nesil büyümesin ve büyük bir soykırım olsun, Filistin halkı kırılma yaşasın ve çoğalmasın. Gazze'de katledilen bu elli bin kişiyi yıkılan binaların altında kalanlar olarak ortalama altı ile çarparsak bu üç yüz elli bin kişi eder. İşte bu vahşet; bu nedenle tarihteki en büyük katliamdır. Yaralı ve sakat kalan yüz binlerce insanı da burada unutmayalım. Siyonistler yiyecek, içecek ve tedavi gibi insani yardımlara da engel olarak Refah'a göçe zorladıkları Filistin halkını şimdi de orada katlediyor. Kendilerine göre Tevrat'ta -Kur'an-ı Kerim'e göre tahrif edilmiş olan Tevrat'ta- tanrıları yehuda onlara, 'yahudiler için tehlikeli gördüğünüz bırakın yahudi olmayan bir insanın yaşamasını keçisine ve koyununa varıncaya kadar bütün canlılarını katlet ve yaşatma' diye emrediyor. Bunu onların bir hahamı da vaazında dile getirmişti. Allah aşkına, böyle bir din, böyle bir kitap ve böyle bir din adamı olabilir mi? İspanya'da katliam görmüş yahudileri kucak açıp da ölümden kurtardıktan sonra İzmir, Selânik ve İstanbul şehirlerimiz başta olmak üzere bu topraklara taşıyan İkinci Bayezid'dir. Bu siyonistler, dedelerine yapılanları ne de çabuk unuttu. Hitlerin yahudileri fırınlarda yaktığı günler zihinlerinden ne de çabuk uçup gitti.
Adamlar şöyle düşünüyor ve diyorlar ki, -tabi ki tarif edilmiş tevrat üzerinde yürüyerek bu sonuca varıyorlar-, 'Fırat'la Nil arası Bize arz-ı mev'ud/vaad edilmiş topraklardır. Bizim bu toprakları almamız lâzım, çünkü bu inanç esaslarımızın en önemlisidir. Biz bu topraklara sahip olunca dünyada hakimiyet kuracağız. Bunun için çıkaracağımız Armageddon Savaşı'nı kazanacağız, bin yıl süre ile yahudi olmayan dünya insanlığına hükmederek onları köle gibi çalıştıracağız, ne de olsa insanlığın efendisiyiz, en üstün ırkız, yahudi olmayanlar ise aşağı ve bize hizmetkâr kölelerdir'.
İşte bunun için yahudiler Davut'un soyundan bir mesih beklerken Hristiyanlar da mesih olarak Hz. İsa'yı bekliyor. Bir de yahudi ve hristiyanların bekledikleri mesih, dönünce insanlığı kurtaracak, yapılan kötülüklere son verecek.
Bu bağlamda kıyamete yakın gelecek mesih olmak için, 'tanrıyı kıyamete zorlayanlar' anlamında evangelist diye bir mezhep oluşturdular. Yani hristiyanlık ve yahudiliği meczeden/birleştiren eski ahid/tevrat ve zebur ile yeni ahid'i/incil'i birleştirerek kiliselerinde okuyan bir anlayış geliştirilmiş ki günümüzde amerika ve bazı anglo sakson ülkelerde bu anlayış yaygındır. Onlara gòre kıyamete yakın gelecek olan mesih olmak içın adeta 'kıyameti öne çekmek' için yeryüzünde bozgunculuk çıkararak o kadar yanlış işler yapıyorlar ki insanlığı katlediyorlar. 'Tanrıyı kıyamete zorlamak' adını verdikleri bu anlayışla gelecek mesih'in bu katliama son vereceğini bildikleri ya da böyle inandıkları için söz konusu bu mesih'in kendileri olmasını istiyor ve bu konuda da yarışıyorlar. Adamlar böyle inanıyor ve buna diyecek bir şey yok. Esas sorun nerede biliyor musunuz? Esas sorun şuradadır. Bizim müslümanlar arasında da Hz. İsa'yı 'mesih olarak bekleyenler var'. Bu bağlamda Kütüb-i Sitte'den bir hadisi delil olarak gosteriyorlar. Öyle ki 'Hz. İsa ölmedi, gelecek ve bu katliamlara son verecek. Oysa ki Hz. İsa, vefat ettiğini Maide Suresinin 116. ve 117. ayetlerinde kendisi itiraf ediyor. Söz konusu ayetlerde konu şöyle anlatılıyor. 'Allah; Ey Meryem oğlu İsa, insanlara "beni ve annemi Allah'tan sonra ikinci ve üçüncü tanrı edinin" diye sen mi söyledin? buyurduğu zaman o 'Haşa, seni tenzih ederim, hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz, hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin, sen benim içimdekileri bilirsin, ben senin zatında olanı bilemem, gizlilikleri eksisiz bilen yalnızca sensin, ben onlara ancak bana emrettiğini söyledim, "benim de Rabbim sizin de rabbiniz olan Allah'a kulluk edin" dedim, içlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine gözetçi idim, beni vefat ettirince artık onların üzerine gözetleyici yalnız sen oldun, sen her şeyi hakkıyla görensin'.
Açıkca görüldüğü gibi Hz. İsa, vefat ettiğini bu ayetlerde bizzat kendisi söylüyor.
Geçen yıl yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli depremden az önce ulusal bir haber kanalında iki defa mehdi ve Hz. İsa'nın geleceği ile ilgili hurafe bağlantılı program yapılmıstı. Bu programlardaki yorumculardan birisi de tam bir komedi örneğiydi. Öyle ki programdaki bu konuşmacı gerçekten 'seçim sonuçları üzerinde isabetli tahmin yapan ve alanında uzmanlığı kabul edilen' bir kişilik olmasına rağmen bu konu ile ilgili hiçbir çalışması ve de ilâhiyatçı olmayan bir kamuoyu anketçisiydi. O da alanı dışındaki bir konuda sanki uzmanmış gibi, "mehdi ve mesih'in geleceğini" söylüyordu.
Hatta söz konusu programda konuşmacı olan bir cemaatin lideri, 'mehdi'nin geldiğini ve Güneydoğu Bölgemizde bir ilimizde bulunduğunu' söylemişti. Bu programlardan çok zaman geçmeden Kahramanmaraşlı merkezli deprem olmuştu ve on binlerce insanımızı o illerimizde kaybetmiştik. Ne gariptir ki o mehdi bize bu Kahramanmaraş merkezli depremini haber vermemişti' ve bu kadar insanımız da vefat etmişti. Tam bahse konu olan 'mehdi ve mesih' konulu programların televizyondan yayınından sonra, 'depremi haber vermeyen ve on binlerce insanımızın vefatını bizim gibi çaresizce seyreden bu mehdiden bana ne fayda var?' içerikli bir yazı kaleme almayı düşünürken, Kahramanmaraş merkezli deprem meydana gelmesi ve on binlerce insanımızı kaybetmemiz üzerine herkes gibi benim de halet-i ruhiye itibarı ile çöküntü yaşamış olmam elimi klevyeye götürmemişti.
Şimdi ise bu 'mehdi ve mesih geleceğini' söyleyenler, sus pus şekilde sessizliğe bürünmüş durumda. Be kardeşim. Filistin topraklarında yaşanan insanlık dramından daha büyük bir katliam mı var? Bu mehdi ve mesih gelecekse ne duruyorlar? Hem de siyonistlerin Filistinli kardeşlerimize yaptıkları katliam, yahudi, hristiyan ve bazı müslümanların bekledikleri mesihin ineceği ve kötülükleri düzeltecek olduğu Kudüs'te gerçekleşiyor. Gelse ya ne duruyor? Simdi gelmeyecek de ne zaman gelecek? Bu 'insanlığın ızdıraplarına kurtarıcı olarak beklenen bu mehdi ve mesih anlayışı', zaman zaman depreştiriliyor. İki binli yıllarda yazılı ve özellikle görsel basında böyle bir haber yapıldığında 'haber7.com', 'Karadeniz'den Günebakış -ki gazetenin imtiyaz sahibi Ali Öztürk Bey, belki katılmadığı görüşlerim olsa da bu gazetede bana asla sansür uygulamamıştır ve bu bağlamd kendisine müteşekkirim-' ve 'tonyahaber'de yayınlanan 'Hz. İsa Niye Gelsin ki?' başlıklı bir yazı kaleme almıştım ki dönemin haber 7. com editörlerinden Yaşar İliksiz bu yazımı, 'Hz. İsa Niye Dönsün ki?' başlığında yayınlamış ve söz konusu yazım bu haliyle google'de mevcuttur. Bu yazımda, Allah bize, 'Hz İsa'nın babasız doğduğunu, beşikte konuştuğunu', söylesin ama milletin zihin bulanıklığına sebep olacak şekilde 'Hz. İsa'nın geleceğini' Kur'an'da açıktan söylemesin. Kaldı ki Hz. İsa, vefat ettiğini Maide Suresi'nin 116. ve 117. âyetlerinde açıktan söylüyor. Enbiya Suresi'nde de 'Allah, Peygamberimizden önce kimseye ebedilik vermediğini' (Enbiya Suresi, 34. âyet) de belirtiyor. Hz. İsa, sayet gelecekse; Hz. Muhammed'in son peygamberliği (Ahzab Suresi, 40. âyet) ne olacak? Yok, Yüce Yaratıcı Hz. İsa'yı peygamber olarak değil de insan olarak gönderecekse, o zaman onun peygamberlik rütbelerini mi sökecek? Bu durum iyi bir misyoner oyunudur. Zaten Kur'an'la çelişen bir şeyi peygamberimiz söylemeyeceği için (Necm Suresi, 3-4. âyetler) bu hadis sahih olamaz. Kıyamete yakın mehdi ve mesih gelecek de insanlığı kurtaracaksa o zaman o dönemde yaşayanlar kazançlı olur. Bu durumda daha önce vefat edenler demezler mi, 'niye bizim dönemde gelmediler?' diye.
Mehdi hidayete erdiren demektir. Arapçada 'مهد'/'mehd', beşik demektir. Hz. İsa, beşikte konuştuğu ve doğruya yönelttiği icin ona 'mehdi' de denmistir ki her dönemde doğruya yönelten ve doğruyu gösterenler de mehdi'dir. Kehf Suresi'nin 94. âyetindeki 'Ye'cüc ve Me'cüc' ile 'deccal'ı sembolik olarak insanlığı yanlışa yönlendiren nefsi ve yönlendiriciler olarak anlamalıdır. Neml Suresi'nin 82. àyetinde 'âyetlere îman etmeyenleri söyleyecek olarak anlatılan 'Dabbetu'l Arz', ise, sadece kıyametteki görevlinin sembolik ismi olarak değil de aynı zamanda yaşantımızdaki iyi ile kötü eylemleri birbirlerinden tefrik ediciler olarak görmelidir.
Peygamberimiz Kur'an-ı Kerim'le gelerek bizi hidayete erdirmiştir. Hz. Muhammed görevini yapamadı mı ki, Hz. İsa gelecek? Aksi takdirde bu şu anlama gelir. Hz. Muhammed görevini yapamadı ve bize söyledi ki, 'Hz. İsa gelecek ve bu işleri düzeltecek'.
Emperyalistler bize demek istiyor ve hatta diyor ki, 'biz sizi katledeceğiz, siz susacaksınız, ne yapalım kıyamet alameti, siz mehdi ve mesih bekleyin, bizim peygamberler gelecek ve sizi bizim zulmümüzden kurtaracak'. Bazılarımız da buna inaniyor ve 'onların peygamberleri gelecek ve bizi kurtaracak' diye bekliyor. Tabi onlar bu arada bizi katlediyor. Yahudilere göre arz-ı mevud/vadedilmiş olan toprakları kendilerine göre genişleterek yeraltı ve yerüstü zenginliklerini de sömürerek parsayı götürüyorlar. Biz de bekliyoruz ki 'mehdi ile mesih gelecek ve bizi kurtaracak'. Bir türlü geldikleri de yok. Daha çok bekleriz.
Mesajı Evrensel olan Peygamberimizin (Enbiya Suresi, 107. âyet) getirdiği Kur'an-ı Kerim bize, 'Kişi için çalıştığının karşılığı vardır ve çalışmasının karşılığının tastamam verilecektir' (Necm Suresi, 39-41. âyetler) diye öğretmiyor mu?
Bu çalışma hızını da Peygamberimiz bize, 'İki günü eşit olan aldanmıştır' diye belirlemedi mi? Yani, kişi kendi alanında bugün dünkü gününe rağmen biraz daha ileriye gitmediyse bırakın geri kalmayı aynı seviyedeyse aldanmıştır ve günahkardır. Yüce Yaratıcı kurallarını işletelim ve dünyayı ıslah edelim diye bizi halifesi olarak (Bakara Suresi, 30. âyet) götevlendirmedi mi?
'Mesih' ve 'Mehdi' nedir biliyor musunuz? Mesih ve Mehdi, 'İha'dır 'Siha'dır, 'Kaan'dır. Öyle ki, 'ben Müslümanları katledersem 'İha'yı, 'Siha'yı, Kaan'ı ve şu füzeleri başıma geçirirler diye caydırıcı olabilecek ve onları hizaya getirecek şekilde teknik ve teknolojik teçhizata sahip olmaktır. Hem de bu donanımı her gün geliştirmektir.
İşte bunun için ben yıllar önce 'Mesajı Evrensel olan Peygamberimiz'i Anlamıyoruz' diye bir makale kaleme almıştım.
Son dönemlerde Devletimiz büyük bir atılım içerisindedir. Gönlümüz rahatlıyor ve ümitleniyoruz. 'İhalar'ı da yaptı? 'Sihalar'ı da yaptı, 'Kaanlar'ı da. Bunlardan daha da donanımlı olanlarını da üretecek.
Tekrar ediyorum, 'bir mesih gelsin de bizi kurtarsın' anlayışı bir bakıma, 'Hâşâ' Hz. Muhammed'in görevini yapamadığı ve Kur'an'ın işe yaramadığı' anlamındadır. Peygamberimiz bize Kur'an-ı Kerim'i getirerek hem peygamberliği sona erdirmiş ve hem de bundan sonra Allah'ın bize göndereceği bir mesaj olmadığını ve Kur'an-ı Kerim'in bize ahirete kadar yetecek evrensel ilkeleri içerdiğini (Bakara Suresi, 2. ve ilgili diğer âyetler) öğretmiştir. Yapılacak olan; bu uğurda gecesini gündüzüne katılarak 'iki gün eşit olmayacak şekilde çalışarak kendimizi geliştirmektir. Mehmet Akif'e göre, 'İslamın var ya da yok olma mücadelesi' anlamına gelen ve Peygamberimiz'in ''Eğer bu ordu bugün buradan galip çıkmazsa, vallahi sana ibadet edecek tek kişi bile kalmayacak' diye yakınarak dua ettiği ve yine Mehmed Âkif'in, "Bedrin arslanları ancak bu kadar şanlı idi" diye anlattığı, 'İslam'ın var ya da yok olması anlamında ikinci mücadele olan ve bu mücadele ile haçlıların isgalinden sadece Anadolu'yu değil aynı zamanda Kabe'nin de yıkılmaktam kurtarıldığı Çanakkale'de ve Millî Mücâdelede bizim dedelerimiz mesih beklemedi. Onlar canlarını ve cesaretlerini ortaya koydular, ellerindeki donanımları ile de 'Küfrün mülevves elleri ile âyetleri silmelerine engel oldular. Yirmi yedi yıl sonra Karabağ'ı ermenilerin işgalinden mehdi ve mesihle kurtarmadık. Bunu 'İha' ve Siha'larla başardık. Aynı şekilde en modern teçhizata sahip olduktan sonra Kudüs ve Mescid-i Aksa başta olmak üzere Filistin topraklarını da bir gün özgürlüğüne kavuşturacağız. Buna yürekten inanıyorum.
Âkif'in dediği gibi, 'Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol..