Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


MEVLÎDİNE HAYRÂN KULAKLARIMIZ

Yeri doldurulamayan ünlü duahnamız merhum Hafız Adem Erim, mevlid programlarında yaptığı dualarda Peygamberimiz'e saygı ve hürmetini ifade ederken,


 'O'nun adına alışkın dudaklarımız,
        Mevlîdine hayran kulaklarımız, 
        Günahkâr da olsa, yolunda yürüyor ayaklarımız, 
        Bizleri O'nun yolundan döndürme Ya Rabbi' cümlelerine de yer vermeyi ihmal etmezdi.
       Peygamberimiz için çok mersiye, kaside, ilâhi güfteleri yazılmış ve bunların besteleri de yapılmıştır. Bizim çok iyi bestekarlarımız var. Sadettin Kaynak, Tahir Karagöz, Bekir Sıtkı Sezgin, Amir Ateş gibi.  Bu büyük sanatçılarımızın bestelediği ilahiler müthiştir.  Son zamanlarda bestelenen bazı ilahilerde ise sıkıntı var, çünkü Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Musikîsi melodilerini alarak bunlar üzerinde uyarlama yapıldığı oluyor. Son zamanlarda bestelenen bazı ilàhileri dinlediğimizde; ilàhi mi, yoksa şarkı ve türkü mü dinlediğimiz belli değil, bu tür bestelerin melödisinin kopyalandığı hemen belli oluyor.  Buna bilimde; telif haklarını ihlâl ve kaynak göstermeyerek bedavadan kendisine mal etmek bağlamında, 'intihal'  deniyor. Bunun yanında çok gúzel bestelenmiş ilâhilerimiz de  yok deģil. Söz konusu bestelerden aynı zamanda Enbiyâ Suresi'nin 107.  âyetinin anlamı da olan, 'Alemlere rahmet olarak geldin..'  ilahisini dinlemeye bayılırım. 
        Peygamberimiz 571 Miladi yılında doğduğunda Güneş/Miladi takvimle 20 Nisan, Kameri/Ay/Hicri takvimile de Rebuu'l Evvel Ayı'nın 12. günü aynı günde kesişmişti. Geçmişten beri Mevlid-i Nebi/Peygamberimizin Doğumu, ülkemizde;  Kameri/ Ay/Hicri takvime göre Rebiu'l Evvel Ayı'nın 12. Gecesi kutlanıyordu. Ancak 'Hicri Takvim', 'Milâdi  Takvim'den on bir gün eksik olması nedeni ile Milâdi takvim içerisinde doğal olarak her yıl öne doğru bir kayma yapmaktadır. Bunun için, 'tamamen iyi niyetle ve sabit bir hafta olsun' düşüncesi ile Peygamberimizin Kur'an-ı Kerim'de bize getirdiklerini daha iyi anlayalım, hayatımıza uygulayalım ve böylece Dünya ve Ahiret mutluluğunu yakalayalım amacı ile Diyanet İşleri Başanlığımız Peygamberimizin Doğum Yıldönümü'nü, bir dönem 20-27 Nisan olarak kutluyordu. Ağabeyim Mehmet Bekâroğlu; Din Hizmetleri Dairesi Başkanı iken '23 Nisan haftası etkinlikleri ile karışıyor'  düşüncesi ile kutlamaları bir dönem  14-20 Nisan haftasına çekmişti.  Söz konusu haftada vaaz, hutbe ve konferanslarla Peygamberimizin getirdikleri anlatılıyordu.  Peygamberimizin Doğumu;  milâdi takvimle nisan ayında kutlanırken aynı yıllar içerisinde Hicri Takvime göre Rebiu'l Evvel Ayının 12. Gecesi'nde 'Mevlid-i Nebi Gecesi' ismi ile de  kutlanıyordu. Ancak müslüman halkımız,  'Peygamberimizin doğumunu hem 20 Nisan ve hem de 12 Rebiu'l Evvel'de kutluyoruz, Peygamberimiz senede iki defa mı doğdu?' diye ikilemde kaldığını ifade ediyor, biz de onlara bu durumu, 'biri milâdi takvme ve diğeri de hicri takvime göre yapılan kutlamadır' diye izah etmeye çalışıyorduk. Bizler de hicri takvime göre Ramazan Ayı'nda oruç tuttuğumuz, Zilhicce Ayı'nda hac farizasını îfa ettiğimiz ve kurban kestiğimiz, Muharrem Ayı'nda aşûre gününü idrak ettiğimiz gibi  Peygamberimiz'in Doğumu'nun da sadece hicri takvime göre Rebiu'l Evvel Ayı'nın on ikinci gecesi kutlanmasının daha doğru ve bu ikilemi de ortadan kaldıracağını' savunuyorduk. Ve Diyanet İşleri Başkanlığımız birkaç yıldır Peygamberimizin Doğumunu, 'Mevlid-i Nebi Haftası' olarak Hicri takvime göre Rebiu'l Evvel ayının 12. Gününü takip eden haftada kutlanması kararını aldı.
        Peygamberimizin gönderilişini anlatan, 'Andolsun ki içlerinden kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, kötülüklerden ve inkardan kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah; müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki Onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler' (Âl-i İmran, 3/164) âyetinden çok etkilenirim. Özellikle de bu âyetin içeriğindeki,  'Peygamberimizi göndermekle Allah'ın mü'minlere büyük bir lütufta bulunduğu'  kısmı bendenizi eritir. Bu ayete göre Peygamberimiz Allah'ın ayetlerini tilâvet ederek bizi câhiliye kötülükleri ve inkârından arındırmıştır. Bununla birlikte bize Kur'an'ın şahsında kitap okumayı ve hikmeti de öğretmiştir. Hikmet; Kur'an ve akıl çizgisinde damıtılmış ve  hayata uygulanmaya hazır hale gelmiş bilgi demektir. Yâni bizler Kur'an'ı tilâvet ettiğimizde, her konuda bilgi edinebiliyor, bu bilgileri uygulamaya geçirdiğimizde de dünya ve âhirette mutluluğunu elde edebiliyoruz. Bunu da Yüce Yaratıcı'nın bir lütfu olarak Peygamberimizin bize getirdikleri ile gerçekleştirebiliyoruz. 
Marmara İlâhiyat'ta bir Hadis hocamız,  'işin ciddiyetini iyi anlayalım' diye bize şöyle derdi,  'sabahın beşinde, yedisinde otobüs duaklarında bekleyip de işe giden ve akşam yedide, sekizde evlerine dönen  insanların çok mutlu olduklarını mı sanıyorsunuz? Lâf aramızda ve kimse duymasın, Allah,  bu mesleği nasip ederek bize iltimas etmiştir -Allah kulları arasında elbette iltimas etmez/ayrıcalıklı davranmaz-, bunun kıymetini iyi bilin' derdi. Yukarıdaki âyetin benzerleri, Hz İbrahim'in, 'Ey Rabb'imiz; onlara senin ayetlerini okuyan,  kitabı ve hikmeti öğretecek ve onları temizleyecek içlerinden bir elçi gönder' diye dua ettiği Bakara Suresinin 129. ayeti ile Cum'a Suresi'nin 2. ayetinde olduğu gibi Kur'an-ı Kerim'in muhtelif yerlerinde bulunmakttadır. Ancak burada Yüce Yaratıcı, 'böyle bir peyamber göndermemiş olsa idi; cahiliye bataklığına düşeceğimizi,  Peygamberimizin gönderilişi ile de biz mü'minlere büyük bir lütufta bulunduğunu' belirtiyor. 
       Bildiğimiz gibi Peygamberimizin yetiştiğı toplumun her bir ferdi adeta halk ozanı tarzında şiir yazabilecek kabiliyete sahipti. Bunun için Yüce Yaratıcı, Peygamberimiz'i, o günkü toplumu etkileyecek tarzda 'Cevâmiu'l Kelîm' yani 'az sözle, çok anlam ifade ederek konuşabilme özelliği' ile bezedi. Buna rağmen Peygamberimiz, Kur'an-ı Kerim'i tebliğ ettiği sırada 'sen bir şairsin ve bunlar da senin şiirlerindir' ithamına maruz kalmıştı. Bunun üzerine  Yüce Yaratıcı da, 'biz ona şiir öğretmedik,  bu ona zaten yakışmazdı da, o; bir öğüt ve apaçık olan Kur'andır' (Yâsîn, 36/69) buyurarak söz konusu ithamları çürütmüştür. 
       Bahsettiğimiz gibi Kur'an-ı Kerim'den önceki döneme; kölelik ve kan davalarının olduğu, siyah beyaz ayrımının yapıldığı,  açlık korkusu ile kız çocuklarını öldürüldüğü,  güçlünün nüfuzu olmayanı ezmesi..' gibi zulümlerin yapıldığı zamana 'Cahiliye/ Bilgisizlik Dönemi' diyoruz. Peygamberimiz, toplumun yaşadığı bu buhrana çözüm bulmak için dönemin sivil toplum kuruluşu olan 'Hilfü'l Fudül Cemiyeti'nde bir süre çalışmıştı. Peygamberimiz burada istediği sonuçları alamamış olacak ki kırklı yaşlara geldiğinde Nur Dağı'na giderek 'Hira' mevkiinde bu konular üzerinde fefekkür etmişti. Yüce Yaratıcı da cahiliye insanının vahşetine, 'Yaratan Rabb'ının adı ile okuyarak' (Alâk, 96/1-5) Kur'an'da çözüm bulabileceğini kendisine vahyetmeye başlamıştı. Peygamberimiz doğduğunda yerküre üzerinde mecusilerin bin yıldır yanan ateşlerinin sönmesi, Save Gölü'nü kuruması, İran kisrasının sütunlarının yıkılması  -bu olayların vuku bulmasının Peygamberimizin doğumu ile ilgili olmadığını söyleyenler de var-  gibi fiziki değişikliklerin meydana geldiği görüşlerine de yer verirler. 
        Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Peygamberimizin dünyayı teşrifleri ile yeryüzündeki fiziki değişikleri,  -kendisi aynı zamanda bir baytar olduğu için- cahiliye insanının yaşantısını,  avını öldürneden acımasızca canlı canlı parçalayarak yiyen vahşi  sırtlanlara benzeterek insanlığın bugün teknik ve teknolojide ulaştığı zirve noktayı ve bütün kazanımlarını 'medyûndur/O'na borçludur' ' kavramını kullanarak Peygamberimizin Kur'an'-ı  Kerim'de getirdiğı evrensel ilkelere borçlu olduğunu şu eşsiz dizeleri ile anlatıyor.

'Bundan on dòrt asır evvel yine bir böyle geceydi,
Kumdan ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi.
Bir nefhada insanlığı kurtardığı masum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları yere serdi.
Aczin ki ezilmekti bütün hakkı, dirildi,
Zulmün ki zeval aklına gelmezdi, geberdi.
Dünya neye sahipse; O'nun vergisidir hep,
Medyun ona cemiyeti, medyun ona ferdi.
Medyundur o Masum'a bütün bir beşeriyet,
Ya Rab; bizi mahşerde bu ikrar ile haşret'.

      Şükürler, 'O'nun ayetlerini okuyarak bizi cahiliye kötülüklerinden arındıran, kitabı ve hikmeti öğreten  Peygamberimizi göndererek  büyük bir lütufta bulunan' Yüce Yaratıcıya, Salatü Selâm da; Peygamberimize, âilene ve ashabına olsun..