Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


MALAZGİRT'E ÇIKILMASAYDI İSTANBUL FETHEDİLEMEZDİ

Makbul dua için aslında duahan olmaya gerek yoktur. Sadece şunu söylemekle yetineyim, bu konuda niyazını Yüce Yaratıcı'ya samimi olarak iletmek yeterlidir. Ancak kafiyeli cümleleri art arda getirerek yapılan duaların gönlümüzü okşadığı da; bir gerçektir.


Ülkemizde yerleri halâ daha doldurulamayan müthiş duahanlar yetişmişti.  Bunlardan Duahan Hafız Yahya Eskişehirli, kafiyeli cümle kurmada rakipsizdi.  Merhum Hafız Adem Erim ise;  cümle kurmadaki becerisi yanında olayları Davûdî sesi ile anlatımı gerçekten müthişti. O'nun televizyonlardan da yayınlanan mevlid programlarında, Sarıyer Hünkâr Suyu -sonradan bir kaç yıl Şifa Suyu'nda yapılmıştı- mesire alanında her yıl Haziran ayında yapılan Mevlidhanlar Günü'nde -artık bu günler yapılmıyor- yaptığı dualar; halâ daha kulaklarımızı çınlatıyor. Bir defasında  Sarıyer Hünkâr Suyu'nun işletmecisinin delikanlılık yaşta iken vefat eden torununun mevlid programına, çoğu şimdi hayatta olmayan efsane mevlidhanlarımızla  beraber duahan Adem Erim de katılmıştı. Programın açılış konuşmasını ben  yapmıştım ve Hafız Adem Erim, övünmek gibi olmasın da, 'konuşmamın içeriğini çok beğendiğini' söyleyerek beni başkanı olduğu  'Mevlidhanlar Derneği'ne davet etmiş ama o sıra ulusal televizyon kanallarından da gelen teklifleri, şöhretten kaçtığım için olmadık bahanelerle geçiştirdiğim dönemdi ve Âdem Erim'i kıramadığım için, 'tamam, bakarız' dememe rağmen gitmemiştim ve o da bana kırılmıştı. Duahan Âdem Erim başka platformlarda olduğu gibi, bu programda yaptığı duada İslâmiyeti seçtiğimiz dönemden itibaren isimlerini tarihe altın harflerle yazdıran büyük şahsiyetleri özetleyen şu cümlelere de yer vermişti.

        "Toprağı vatan yapan Alparslan'ların, vatanı düşmandan kurtaran Mustafa Kemal'lerin,  devlet kurmada milletlere örnek olan Osman Bey'lerin ve bütün ecdadımızın ervahına bağışladık vasıl eyle Ya Rabb'i.

Yıldırım'dan Fatih'e,  Yavuz'dan Kanuni'ye, bütün zamanlar içinde, bütün mekanlar üstünde Allah yoluna baş koyan ecdadımızın ervahına bağışladık ikram eyle Ya Rabbi. Ulubatlı Hasan'dan Yahya Çavuş'a, Nene Hatun'dan Kara Fatma'ya, tarihe şan veren bütün yiğitlerimize rahmet eyle Ya Rabbi. Hz Mevlana'dan Süleyman Çelebi'ye,  Koca Yunus'dan Akşemseddin'e, bütün evliyaya bağışladık vasıl eyle Ya Rabb'i. Tarihin şanına şan ekleyen, mezarımda bizden Fatiha bekleyen yiğitlerimize, şehitlerimize, gazilerimize,  atalarımıza rahmet eyle Ya Rabbi'.

       Diyanet İşleri Başkanlığı'nın vakti ile 'Hutbeler' isimli kitabındaki, "Malazgirt ve 30 Ağustos Zafer Bayramı" ile ilgili hutbenin hiç unutmadığım başlangıç cümlesi;  'Tarihi zaferlerle dolu Müslüm Türk Milleti, Malazgirt Meydan Muharebesi ve 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın heyecan ve coşkunluğunu yeniden yaşıyor' şeklinde idi. Ağustos Ayı; biri 26 Ağustos 1071 tarihindeki Malazgirt Zaferi, diğeri de 30 Ağustos 1922’deki Zafer Bayramı olarak tarihin şâhid olduğu iki büyük zaferin yıldönümlerini yaşadığımız bir zaman dilimidir. Konunun önemine vurgulama yapmak için yazının başlığını; "Malazgirt'e Çıkılmasaydı İstanbul Fethedilemezdi" diye attım. Çünkü bu gerçekleştirilmediğinde İstanbul'a nasıl gelinecekti ki? Yoksa 'İstanbul'un Fethi'ni -hâşâ- 'basite alıyorum' gibi asla düşünülmesin. Kaldı ki daha önce bu konuda, 'Feth-i Mübîn' başlığı ile bir yazı kaleme almıştım.  Bildiğimiz gibi  Sultan Alparslan 24 Ağustos 1071'de otağını Ahlat'da kurmuş ve 26 Ağustos 1071'de de Malazgirt Meydan Muharebesini kazanarak Anadolu'yu İslam'la şereflendirmişti. Sultan Alparslan'ın Anadolu'ya çıkmasının temelinde, 'Ey iman edenler, siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar' (Muhammed; 47/7) âyeti ile Peygamberimizin, 'Kim Allah kelimesi en üstün olsun diye uğraşırsa, o; Allah yolundadır' hadisi temel etkendi. Çünkü Sultan Alparslan, İlây-i Kelimetullah/Adalet ve barış ve huzur içerisinde hakkaniyetli bir yaşamın temini uğruna çalışmak; 'sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir topluluk olsun, işte kurtuluşa erenler onlardır' (Âl-i İmran, 3/104) buyruğu gereğince gayret gòstermenin farz bir görev olduğu idrakinde idi. Sultan Alparslan'ın Malazgirt'ten Anadoluya girmesinde, 'Konstantiniye mutlaka fethedilecek, onu fetheden komutan ne iyi komutan,  onun askerleri de ne iyi askerlerdir''  hadisine nâil olmak düşüncesi de vardı ki  O'nun  Anadoluya çıkması; rahatlıkla denebilir ki aynı zamanda  Kostantiniyye'nin Fethi için ilk aşamadır. Ancak "Malazgirt Zaferi"  ile  "Kostantiniye'nin Fethi"  hazmedilememiş olmalı ki bir asır önce ülkemiz ve İstanbul işgal edilmiş, atalarımızın 30 Ağustos 1922'de Gazi Mustafa Kemal'in komutasında kazandığı zaferle  ülkemiz bu  istiladan kurtulmuştu. Anlaşılan o ki; Orta Asya’dan kuraklık vs. sebeplerle Anadolu’ya gelerek yerleşmemiz ve  daha sonra da Avrupa’nın derinliklerine kadar ilerlemiş  olmamız, haçlı dünyasını ürkütmüştü.  Peygamberimiz’den gelen, ‘Kostantiniyenin Fethi müjdesi’ için ilk önce Anadolu’nun Fethi gerekiyordu. Bundan dolayı  Sultanı Alparslan, 26 Ağustos 1071’de Malazgirt zaferi ile  bizi Anadolu’ya taşıması bana göre tarihin şahit olduğu olayların en büyüklerindendir. Artık, Anadolu’ya yerleştikten sonra Kostantiniye'yi fethetmek de kaçınılmaz hale gelmişti. İkinci Mehmed 29 Mayıs 1453'de ilk aşamada Kostantiniye'yi fethettikten sonra 15 Ağustos 1461 tarihinde ikinci aşamada da Trabzon’u fethedince;  Anadolu üzerindeki hakimiyet tamamen bizim elimize geçmiş oldu. Anadolu ve İstanbul’daki egemenliğimizi bir türlü hazmedemeyenler, bunun rövanşını almak için onlarca haçlı seferi düzenlediler, yetmedi ülkemizi işgal ettiler. Biz de defalarca yurdumuzu savunduk ve milyonlarca şehit verdik. Emelleri bitmedi ve günümüzde de oluşturdukları terör örgütleri ile -en son 15 Temmuz’da olduğu gibi- bizi dize getirmek istiyor ve kanımca şu durumdan da endişe ediliyor;  'Türkler artık dünyanın her yerine dağılmış durumda, iş sahibi,  üniversitede hoca ve  yaşadıkları ülkelerde yönetimlerde söz sahibi olabiliyor ve İslàm Dini de giderek dünyanın dört bir yanında rağbet görüyor'. İşte bu nedenlerden dolayı gizliden yönettikleri terör örgütleri ile üzerimize saldırarak bize adeta, ‘Orta Asya’ya dönün, bozkırlarda yaşayın’ demek istiyorlar. Tamam, biz Moğolistan’da neş'et ettik ve oradan dünyaya yayıldık, ama geldiğimiz yerleri de kimseye bırakacak, 'sağ yanağımıza vuranlara, sol yanağımızı da gösterecek değiliz'.  Dünya’nın gözünün olduğu en güzel toprakları şehitler vererek yurt edindik, bu kutsal toprakları koruma bedelinin ağır olduğunun da idrakindeyiz. Bir uluslar arası ilişkiler uzmanı olan hocamız şunu derdi, ‘bugün ülkemiz üzerinde oluşturulan terör örgütleri ile bizi güçsüz düşürüp,  İstanbul’u geri almak ve böylece de bizi Anadolu’dan çıkarmak amaçlanmaktadır’. Burada tarih boyunca on altı devlet kurmuş olmanın tecrübesi ile  topraklarımıza saldıranlara karşı savunma yaparken milyonlarca şehit vermiş olmamız galiba göz ardı ediliyor. Kimsenin toprağında gözümüz olmamak' şartı ile şairin,

‘hazır ol cenge, eğer sulh u salah istersen’

mısrasında da anlattığı gibi, huzur ve barış içerisinde yaşamak için, temenni edilmez ama gerektiğinde de her an savaşa hazır olan bir milletiz.  Yakın geçmişte, 'aba altından sopa gösterircesine'  tehditvari bir konuşmaya ismini hatırlamadığım bir yetkilimizin,  'ülkemiz herhangi bir saldırıya uğradığında, savunma yapar, ya savaşı kazanır bayrağı ve sancağı dikeriz,  ya da  şehid oluruz, ama asla bu toprakları bırakmayız, çünkü bir saldırı olduğunda ülkesini terk etmeyecek tek millet, sadece ve sadece  bizim milletimizdir' diye verdiği cevap; ne kadar da güzeldi.

     Bugün için bizlere düşen görev; ecdadımızın kanları ile suladıkları bu topraklar üzerinde, onların fedakarlıklarına yakışır şekilde yaşamak ve bu toprakları korumaktır. Bunun için de hiç bir şey üretmeden; ne  'ecdadımız şu zaferleri kazandı' diye geçmişle sadece övünmek ve ne de 'tarihimizi reddetmek' doğrudur. Yapılacak olan ise; uzun  atlama rekoru kıracak olan bir atletin geriden hız alması gibi tarihimizi  iyi okumak ve geleceğe dönük hazırlıklı olmaktır.   Bunun için de çok çalışarak bilimde, ekonomide, teknik ve teknolojide güçlü olmak, kaçınılmaz ilkemiz olmalıdır. Ancak bu takdirde dünyanın her bir tarafına iyilik ve adaleti getirebiliriz. Unutmayalım ki, kem gözlerin bu topraklar üzerindeki emelleri asla ve asla bitmeyecektir.

       Bu nedenle geçmişten günümüze kadar bu topraklar uğrunda şehid ve gazi olan büyüklerimize şükranlarımızı arz ediyoruz.

        'Malazgirt Zaferi'nin 951. ve  'Otuz Ağustos Zaferi'nin 100. yılı;  hepimize kutlu olsun..