Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


MAHMUD EFENDİ'NİN ARDINDAN

    Tarzını benimsemesem de, görüşlerine katılmasam da kendi kulvarında idealist olan, asla düşündüğünden vazgeçmeyen ve çizgisinde geçmişten geleceğe tutarlılık gösteren kişilere bayılırım. İşte bu kişilerden birisi de; Mahmud Ustaosmanoğlu Nam-ı Diğer Mahmut Efendi'dir.  


   'Mahmut Efendi' diye maruf Trabzon Of'lu olan Mahmud Ustaosmanoğlu'nu, İstanbul İmam Hatip Lisesinde öğrenci olduğum dönemde yetmiş beş yılında tanıdım. Anadoludan yeni gelmiştik, yurdumuzdaki kaloriferle ısınmaya alışamamıştık,  bu nedenle hafta sonları  ısınmak için gümbür gümbür şekilde yanan sobanın bulunduğu Fatih Çarşamba'daki İsmail Ağa Camii'ne giderdik.  Cuma günleri öğleden sonra Milli Güvenlik Dersi  Hocamız, 'haftanın son gününde sakal tıraşı olarak dışarı çıkın' der ancak 'askerliği sevelim' diye üslübunu da özenle seçerdi.  Hani 'askerler  dışarıda çok disiplinli ve temiz görünsün diye kıtalardan ev izine giderken devamlı olarak sakal traşları, elbiselerinin temizliği ve elbiselerin ütülü olup olmadığına bakılır ya. Gerçi bizler, Milli Güvenlik Dersi öğretmenimiz olan  albayı çok da dinlemezdik ancak buna rağmen  genelde de sakal traşı olurduk. Lâkin cumartesi ve pazar günleri  İsmail Ağa Camii'ne gittiğimizde de bize,  'tamam sakal okulda yasak, hiç olmazsa cumartesi ve pazar günleri sakal tıraşı olmayın ve iki günlüğüne de olsa sakal bırakın' denirdi. Yani bu dönemde  Milli Güvenlik Hocamız ile İsmail Ağa Camii kıskacında kalırdık.  
       Mahmud Efendi'nin arkasında çok namaz kıldım,  sohbetini dinledim, kendisi, 'sesi değiştiriyor' düşüncesi ile mikrofon kullanmazdı. Cuma namazlarında caminin içerisine giremeyip de dışarıda kaldığımızda hocamızın îrad ettiği hutbeyi duymazdık. Mahmud Efendi,  Pazar günleri sabah namazından sonra Yavuzselim Camii'nde de uzun yıllar sohbet etmişti.  Şimdi merhum olan Prof.  Dr. Necmettin Erbakan Hocamız'ın kendisini İsmailağa Camii'nde  ziyaret ettiği anlara epeyce tanık oldum ve o anlar halen gözümün önündedir. Mahmud Efendi'nin merhum  Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız'ı  'karşılamasındaki nezaketini' görmek gerekirdi.  Her ne kadar Karadeniz şîvesini aamamış olsa da, kendisinin 'asla ötelemeyen ve  birleştiren bir lisanı vardı'. Bazılarının ekranlarda kullandıkları dil ise;  onun üslübu olmadığı gibi tasvip ettiği bir tarz da değildir. Eğer sağlığı yerinde olsa idi sanıyorum ki bu tür konuşma tarzlarına da izin vermezdi. Açık söyleyeyim,  Mahmud Efendi'nin talebelerinin sahip oldukları televizyonlardaki yayınlara baktım, Mahmud Efendi için bir sürü ünvan kullanıldı, hepsine eyvallah, ancak kendisi için, 'Asırımızın Müceddi' de dendi ki bu duygusallık karışmış bir abartıdır.  Çünkü Müceddid; Kur'an ve Sünnet'ten hareketle günün meselelerine her dâim çözüm getiren âlim olan kişidir. Mahmut Efendi ise olayları, ilk dönem Selefilik anlayışında olduğu gibi 'Peygamberimizden öğrendiğim gibi kabul eder, tevile/yoruma  hiç gitmem' diye düşünerek göğüslerdi. Bildiğim kadarı ile görev hayatı boyunca 'sesi değiştiriyor' diye   mikrofon kullanmamıştı. Ama ne gariptir ki cenazesinde en son model mikrofon teşkilatı kurulmuştu.  Bendeniz ise, Veda Hutbesi îradı sırasında  Peygamberimizin uyguladığı gibi,  'belli mesafelerdeki görevlilerin Tekbir alınması ile cenaze namazı  kılınacak' ve  İmam Efendi'nin sedini duymayan kalabalığın cenaze namazını kılması bu şekilde sağlanacak diye bekliyordum.  

       İstanbul İmam Hatip lisesindeki  talebelik yıllarımızda Pazar günleri İskenderpaşa Camii'ne de gider şimdi merhum  Mehmet Zahid Kotku Hoca Efendi'nin Gümüşhanevî'nin  Ramuz el-Ehadis isimli eserinden yaptığı sohbetlere  katılırdık. Bu dönemde Malatya'dan İstanbul'a Merkez Vâizi olarak tayin olan merhum Timur Taş Hocanın Şehzadebaşı Camii'nde pazar günleri İkindi vakti yaptığı vaazlar da meşhurdu. Bizler, maçlara gider gibi Timur Taş Hoca'nın vaazları dinlemeye gider, söz konusu vaazlardan çok haz alır ve âdeta kendimizden geçerdik. Ancak merhum Timur Taş Hocaefendi'nin Cum'a günleri Eminönü Yeni Camii'ndeki vaazları ise;  o kadar heyecan verici olmadığını da söylemeliyim.

       Mahmut Efendi vefat ettiğinde, Perşembe gecesi idi. Belli ki, uzak yerlerden gelecek olanlar zaruretine binâen ailenin , 'cenâzenin Cuma Namazından sonra kaldırılması' kararı;  çok yerinde idi ve  ona da saygı göstermek gerekir.  Fâtih Càmii'nden kaldırılan  Metin Yüksel'in, Necip Fazıl Kısakürek'in, Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamızın, Mahmud Efendinin Süleymaniye Càmii'nde cenaze namazını kıldırdığı Mehmed Zâid Kotku'nun, Turgut Özal'ın, Aksaray Muratpaşa Camii'nde iade-i itibar anlamında cenaze törenleri yapılan ve Vatan Caddesi güzergâhından Topkapı'daki anıt mezarlarına kadar tabutları omuzlarda taşınan Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun, bana göre bu dünyanın değil kendisini, benzerini bile bir daha göremeyeceği büyük Kârî Üstad Hâfız İsmail Biçer'in uzun yıllar İmam Hatip olarak çalıştığı  Bayezid Câmii'ndeki cenaze töreni ile, bir sanatçı dostumun 'zamanında keşfedilse idi;  bu dünyada Pavarotti diye birisi olmazdı' dediği Hafız Yusuf Gebzeli'nin Üsküdar'da Müezzin olarak görev yaptığı Vâlide-i Cedid Câmii'ndeki cenaze töreni de çok kalabalıktı.  Ve Mahmut Efendi'nin Fatih Camii'ndeki cenazesi de; gerçekten "iğne atsanız yere düşmeyecek" oranında mahşerî  bir kalabalığı topladı.

       Mahmut Efendi'nin müthiş bir birleştirici üslubu vardı, -katılmasam da-  'sakal bırakın, sarık ve şalvar giyinin' diye ısrar etmesinin dışında.  Bana göre bunda   her ne de olsa Devlet Çarkı'na girmiş olmasının etkisi vardı. Kendisi, elli dört yılında başladığı İsmail Ağa Camii'ndeki İmam Hatiplik görevinden doksan altı yılında altmış beş yaşını doldurunca Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan emekli  olarak ayrılmış. Yani bu dönemde aynı kurumda on bir sene 'Din Görevlisi' olarak çalıştık, bu bakımdan kendisi kurumsal açıdan meslektaşımdır.  Bildiğim kadarı ile;  merhum Mehmet Zahid Kotku Efendi de; İskenderpaşa Camii İmam Hatibi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan emekli idi.

       Bendeniz  herhangi bir konuyu değerlendirirken; önce beğendiğim yönleri belirtir ve sonra da eksikleri de söylemeden geçemem. Cenaze günü Cuma namazını Diyanet İşleri Başkanı  Ali Erbaş Bey kıldırdı ve onun farz namazındaki kıraatini çok beğendim.  Cenaze Duası da güzeldi,  kutluyorum kendisini. Burada dikkat çeken bir durum var, Devlet; her zaman devlettir. Diyanet İşleri Başkanı cenazede Mahmut Efendi'nin duasını yaparken, Diyanet İşleri Başkanlığı'na ve Din Görevlilerine zaman zaman olumsuz eleştiri yapanlara iki lâf etme fırsatı tanınmamış olması da gözden kaçmadı. Burada sanki,  'bizim sesimizi artık cenaze töreninde hitap eden ailenin damadı hocaefendi duyuracak, başkaları değil' mesajı verilir gibi idi. Cumhurbaşkanımız da;  gerçekten  çok öz ve duygu yüklü olarak çok içten bir konuşma yaptı, kendilerini kutluyorum. Cenaze Namazı'nı Mahmut Efendi'nin oğlunun kıldırması ve "artık Hasan Efendi'nin "Halef" olduğunu, babası Mahmud Efendi'den 'onu kollaması' tavsiyesini aldığını"  ilan etmesi ve bu sırada üslübu da çok hoştu. Ancak ve ancak aynı şeyi cenazede konuşmayı yapan  -sonradan öğrendiğime göre  ailenin damadı olan Hocaefendi-  için  söyleyemeyeceğim. Çünkü  ses tonunu hiç beğenmedim. Teşbihte hata olmaz,  -bendenizi bağışlasın- birisinin ifadesi ile 'sanki bir siyasetçinin miting alanındaki hiddet dolu konuşma tarzı'  gibi sert bir üslübu vardı. Evet söz konusu Hocaefendinin  hitabeti ve ilmi müthiş, ancak dediğim gibi cenazede kulanılmayacak  derecede sert bir üslüp kullandı. Mahmud Efendi'nin cemaatinden öğrendğime göre; Mahmud Efendi'nin vefatı üzerine olumsuz açıklama yapanlardan haklı olarak etkilenilmiş ve bu Hocaefendi de onlara serzenişte bulunmuş.  Elbette haklılık payı vardır ancak yine de bu tür göndermelerle yapılan konuşma cenazeye çok uymadı.  
        Mahmud Efendi'nin, Edirnekapı Sakızağacı Şehitliğinde medfun bulunan mürşidi Ahıskalı Haydar Efendi'nin yanına  defnedilmesi de; güzel bir düşünce idi. Bendeniz, kendisinin 'Bakanlar Kurulu Kararı' ile İsmail Ağa Camii Haziresi'ne defnedilmesini bekliyordum.  O da yakışırdı, lâkin kendisi herhalde şöyle düşündü, 'Hocam, beni elli dört yılında İsmail Ağa Camiine İmam Hatip olarak getirdi, kendisi buranın haziresine defnolmayı vasiyet etmedi, şayet ben buraya defnolma vasiyetinde bulunursam üstadıma saygısızlık olur'. Mahmud Efendi  bu düşünce  ile Edirnekapı Sakız Ağacı Şehitliğine gitmeyi tercih etmiş olmalı ki söz konusu düşünce; gerçekten alkışa değerdir. 
      Mahmud Efendi kimseye saldırır tarzda konuşmadı, kimsenin de gönlünü kırmadı. Sadece kendisi  ve cemaatinin yaptığı tebliğde Sünnet-i Adet içerikli bir uygulama olarak 'sarık sarılması, sakal bırakılması ve şalvar giyilmesi' konusunda ısrarcı oldu ama bunu da asla karşı tarafı rencide etmeden yaptı.  Vefat ettiğinde haddi aşan saygısız ifadeler de, sahiplerine yakışmadı ki bunları da, 'kötü söz; sahibine âittir' diyerek değerlendirmekle yetinilmelidir.
      Mahmut Efendi, cemaatinin gönüllerine,  'sizden  hayra çağıran,  iyilikleri öneren ve kötülüklerden de uzaklaştıran bir topluluk bulunsun, işte onlar; kurtuluşa erenlerdir'  (Âl-i İmran, 3/104) ayeti gereğince tebliğde bulunma misyonunu/sorumluluğunu çok iyi yerleştirmiş. Bunun için Mahmud Efendi'nin talebelerinin en ücra köylere kadar gidip kahvehanelere bile girerek bu görevi îfa ettiklerine çok tanık olduk. Yine cemaatinin gönlüne,  'kendisi için istediğini kardeşi için de dileyemeyen kişi, gerçekten îman etmiş olamaz' hadisini de çok iyi nakşetmiş.
       Kendisinin, bazılarının  aksine diğer meslek mensuplarına karşı olduğu gibi, İlâhiyatçılara ve Din Görevlilerine karşı da asla rencide edici bir ifadesi olmadı. Bunun için herkesin hürmetini kazandı.
       Allah; rahmet eylesin..