Bu, sadece bir duraksama değil, kalıcı bir barışa doğru atılan ilk adım olma potansiyelini taşıyor. Esirlerin serbest bırakılması, yardımların girişi ve Gazze'nin yeniden inşası gibi adımlar, bölge halkına nefes aldıracak.
Ancak, Filistinli kardeşlerimiz için atılan bu olumlu adımlar, dünyadaki tüm mazlumların acısını dindirmiyor. Zira coğrafyalar değişse de, zulmün ve insanlık dramının değişmeyen adresi var: Doğu Türkistan. Filistin'de ateşkese ve insani yardıma odaklanmışken, gözümüzü Çin'in sistematik baskı ve soykırım politikası altında inim inim inleyen Uygur Türkleri'nden ayırmamalıyız.
Filistin'in Nefesi ve Doğu Türkistan'ın Boğuk Sesi
Filistin'deki gelişme, haklı davaların, uluslararası baskı ve diplomatik çabalarla bir nebze olsun karşılık bulabileceğinin somut bir kanıtıdır. Mazlumun sesi gürleştiğinde ve dünya bu sesi duyduğunda, zalimler geri adım atmak zorunda kalır. Mısır, Katar ve Türkiye'nin arabuluculuğuyla sağlanan ateşkes, diplomasinin gücünü bir kez daha gösterdi. Şimdi bu gücü, vicdanların diğer kanayan yarasına çevirme zamanıdır.
Doğu Türkistan, uzun yıllardır sessiz bir kâbus yaşıyor. Çin hükümeti, Uygur Türklerinin dini, kültürel ve milli kimliğini yok etmeye yönelik topyekûn bir asimilasyon politikası uyguluyor. Milyonlarca insan, "yeniden eğitim" adı verilen toplama kamplarında tutuluyor, zorla çalıştırılıyor, işkenceye maruz kalıyor. Camiler yıkılıyor, dini vecibeler yasaklanıyor, Uygur aydınları ve kanaat önderleri hapsediliyor veya kayboluyor. Aileler parçalanıyor, Uygur kadınları zorla kısırlaştırılıyor ve Çinli erkeklerle evlendirilmeye zorlanıyor. Bu, sadece bir insan hakları ihlali değil, Birleşmiş Milletler raporlarında bile adı geçen bir insanlığa karşı suçtur.
Küresel Vicdanın İki Yüzü
Dünya, Filistin meselesinde birleşme ve tepki gösterme konusunda belirli bir hareketlilik sergileyebilirken, Doğu Türkistan konusunda ne yazık ki derin bir suskunluğa gömülmüş durumda. Pek çok ülke, Çin'in ekonomik gücüne ve diplomatik baskısına boyun eğerek Uygur Türklerinin feryadını görmezden gelmeyi tercih ediyor. Hatta bazı Müslüman ve mazlum ülkelerin liderlerinin bile Çin'in bu zulmünü "terörle mücadele" olarak niteleyebilmesi, küresel vicdanın ne denli çarpık bir sınavdan geçtiğini gözler önüne seriyor.
Bizler için bu iki dava birbirinden ayrılamaz. Mazlumun kimliği, dili ya da coğrafyası fark etmeksizin, zulme karşı durmak imani ve insani bir sorumluluktur. Filistin'deki ateşkesin kalıcı barışa evrilmesi ne kadar önemliyse, Doğu Türkistan'daki soykırım ve işkencenin sona ermesi ve Uygur Türklerinin yeniden özgürlüklerine kavuşması da o denli elzemdir.
Unutmayalım ki, zulme sessiz kalmak, o zulmün bir parçası olmaktır. Filistin'de akan kanın durması için gösterilen çabanın bir benzeri, Doğu Türkistan'da uygulanan asimilasyon ve soykırım politikalarını durdurmak için de gösterilmelidir. Zira, Müslüman kanının dökülmeyeceği, işkence ve asimilasyonun son bulacağı bir dünya, ancak tüm mazlumların yanında durarak ve çifte standardı reddederek mümkün olabilir.
Sessiz kalan dünya, tarihin önünde mahkûm olacaktır.



