Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


İÇERİĞİNDE ŞİDDET VE KÜFÜR OLAN FUTBOL..

Bir spor branşı olarak futbol diyeceğim ama diyemiyorum. Çünkü günümüzdeki futbol bir spor değildir. Aksine bireysel olarak fertlerin, dar anlamda kulüplerin ve genel anlamda da ülkelerin birbirlerine üstünlüklerini kabul ettirmeye çalıştıkları, ilgililerin ifadesi ile 'endüstriyel hale gelmiş' bir araçtır.


Spor; sağlık amaçlı olarak koşmak, yürümek ve yüzmek gibi faaliyetlerdir. Eğer günümüzdeki futbol spor olmuş olsa, haftanın beş günü idman yapan ve altıncı günde de maç oynayan futbolcuların en az  yüz elli sene yaşaması lazım. Ama futbol oynayanların çoğunun yetmiş yaş ortalamasını geçmediğini biliyoruz. Demek ki futbol spor değildir. Aldıkları vitaminler, sarf ettikleri efor o kadar fazla ve futbolcuların damarlarını o kadar tahriş ediyor ki seksen beş yaşını nadiren görebiliyorlar.
      Fenerbahçe'yi tutan bir ahbabım var. Ona dedim ki, Beşiktaş Trabzonspor maçı öncesi 14 yaşındaki Trabzonsporlu bir çocuğu katletmişler. Bunu yapanlar da Beşiktaş taraftarıymış. O ahbabım da bana dedi ki, 'Hocam topun içinde ne var?' Ben de, 'hava' dedim. Ve ekledi , 'futbol nedir? Hava işte'.
      İngiltere'de yaklaşık üç asır önce oynanmaya başlandığı kabul edilen, bir rivayete göre de beş asır önce 'Çinde de oynanmış' olduğu kabul edilen futbol genel kabule göre -kahvehanelerde bu tür yorumlar yapılıyor- yöneticilerin başarısızlıklarını örtmek için milleti uyuşturmak.bağlamında kullandıkları bir araçtır. Bundan dolayı futbol bir araç olarak icad edildi. Osmanlı'nın Tanzimat'la beraber batılılaşma hareketlerinden sonra batı ülkeleri ile olan temasımız nedeniyle onlardan öyle etkilendik ki futbol, İzmir ve İstanbul'da da oynanmaya başlandı. Aynı tarihlerde Trabzon'da da oynadığı kabul ediliyor. İstanbul'un işgali ile beraber İngiliz askerlerinin bu doğrultuda İstanbul'da Taksim Stadında kendi aralarında turnuvalar düzenlediklerini biliyoruz. Hatta bu tarihlerde işgal kuvvetlerinin karmasıyla Fenerbahçe Futbol Takımı bir maç yapmış, işgal ülkeleri karması maçta 1-0 öne geçmiş. Fenerbahçe maçta beraberliği yakalamış, sonra da 2-1 öne geçerek maçı kazanmış. İşgal altındaki İstanbul Halkı ingiliz ve işgal güçleri karmasına karşı bunu bir üstünlük vesilesi kabul ederek sevinç gözyaşları içerisinde Fenerbahçe'li futbolcuların hepsini omuzlarına alarak İstiklal Caddesi boyunca tünele kadar taşımış, oradan tramvayla Karaköy'e indirmiş ve vapurla da Kadıköy'e uğurlamış. O gün İstanbul adeta bir bayram günü yaşamış. Fenerbahçe müzesini gezdiğinizde Şükrü Saraçoğlu Stadyumu maraton tribünleri altındaki müzede bu sahneleri görmeniz mümkün. Biz Sarıyer Spor Kulübümüzün şu anda merhum olan eski başkanı İbrahim Balcı ve yine merhum olan Genel Sekreteri Suat Uysallar'la beraber müze henüz açıldığında burayı gezmiş, o gün Fenerbahçe'nin eski futbolcusu olan müze müdürü merhum kapan Serkan Acar bize ev sahipliği yapmıştı. O gün  futbolcuların tramvayla Taksim stadına ulaştıkları biletler, giydikleri formalar bile hala daha müzede sergileniyor. Fenerbahçe o günlerde 'Sarı Beyaz' renklerde forma giymişti. Çünkü Fenerbahçe'nin asıl rengi 'Sarı Beyaz'dır. İstanbul, İngilizler tarafından işgal edilince 'Beyaz' renk, üzüntünden dolayı 'lacivert' renge dönüştürülmüş.
      'Endüstriyel hale geldiği' kabul edilen futbola ülkemizde bir milyar dolar, dünyada da onlarca milyar dolar neden harcanıyor? Bu olayı hiç düşündük mü? Ülkeler artık birbirlerine varlık ve üstünlüklerini ekonomik, askeri, diplomatik, sahip oldukları yeraltıyı ve yerüstü zenginlikleri yanında spor alanındaki başarılarıyla da kabul ettirmeye çalışıyor. Bunun için sporun futbol branşı, temaşası ön planda olduğu için yatırım alanı olarak görülüyor.
     Marmara İlahiyatta akademik çalışmalar yaptığım dönemde bir kaç tane hocanın sohbetinde konu futbola gelmişti. Ben de orada demiştim ki, futbol bir saçmalıktır. Hocalarımız, 'niye?' dediklerinde demiştim ki,  top oynuyoruz, birisi benim yanımdan çalımı atıp geçtiği zaman zoruma gitmiyor, ama top bizim üç direk arasından geçtiği zaman bilmem ne olmuşum gibi zoruma gidiyor. Bundan dolayı saçmalık. Bunun üzerine hocalardan titri profesör olan birisi bana demiştii ki, 'Ahmet, öyle değil, futbol takımları günümüzde çağdaş tarikatler gibidir, Ortadoğu ülkelerinde bulundum, hacca gittim, Arabistan'da gençler, bizim Türk olduğumuzu görünce; "sizin şu topçunuz gavura gol attı", diyor ve bunu sevinçle söylüyor, yani batıya karşı eziklklerini Müslüman bir futbolcunun onlara gol atması karşılığında cevaplıyorlar' demişti. Yani bu hocamız şunu demek istemişti. Tarikatlari düşünün, vatandaş orada toplanıyor, tesbihatta bulunuyorlar ki bir kısmı da tesbihatta bulunduğu cümlelerin anlamını bilmiyor, başını sallıyor sağa sola dönüyor, trans haline geliyor, amiyane ifade ile deşarj oluyor. Günümüzdeki futbolda da durum aynıdır, bunun gibi stadyumlar da seyircinin deşarj olduğu yerdir. 
      Paranın kavgasının edildiği yerdir futbol ve futbol takımları bu iş için araçtır. Baksanıza maçları kazanmak için, 'Her yol mübah' olarak kabul ediliyor. Bu işler pastayı kapmak için yapılıyor. Yorumcusu, osu busu gazetecisi vs.  ne diyor? Hatta futbolcusu, teknik direktörü, 'sahada olan sahada kalır' diyor. Sahada her türlü çirkefliği yapalım, ama unutalım, saha dışında dost olalım. Orada kalsın. Böyle spor olur mu ya? Bir defasında Pendik sahilde ring kurulmuştu ve Balkan Karate Şampiyonası yapılmıştı. Ben de orada ilk defa bir karete karşılaşmasını canlı seyrediyorum. Seksen beşli yıllardı. Karatecinin birisi uçuyor tekme atıyor, rakibinin ağzını burnunu dağıtıyor ve kan akıyordu. Sonra maç bitiyor ve bunlar birbirlerine sarılıyorlardı. Binlerce kişi içerisinde bu anları seyrederken yanımdaki hiç tanımadığım bir kişi şunu demişti, 'karate ile boksa spor diyenin Allah belasını versin'. Bu anı hiç unutmuyorum. Günümüzde futbol da bu hale geldi.
Paranın bozmadığı, kavgayı getirmediği, ortaklığı bitirmediği bir yer var mı? Bana deyin ki;  para şuradaki ortaklığı bitirmedi. Türkiye'de insanların kötü alışkanlıklardan vazgeçmeleri için çok faydalı gördüğüm ama çok yanıldığım Adıyaman'da yaşanan 'büyük pasta benim olsun, senin payın büyük, benimki az' diye birbirlerine girdiklerini görmedik mi ki en çok da onların cemaati bundan rahatsız ve 'rezil olduk' diyorlar. Paranın bozmadığı yer yok, bitirmediği ortaklık yok.

Küfür konusuna gelince;

      Küfür etmek, bana göre; aptallıktır. Niye mi? Şundan dolayı. 'Sinkaflı' cümleleri söylediğimizde bu gerçekleşmiyor ki. Onun için küfür etmek aptallıktır diyorum. Sonrası biz küfürden kişiden niye etkileniyoruz ki? Küfürle başlayan kavgalarda ölen insanlar oluyor. Neden? Çünkü 'küfür eden becerse dediğini yapacak' diye düşünerek rahatsız oluyoruz, 'küfür eden aptaldır' diyerek geçemiyoruz.

Uğurcan'a yapılan küfürler konusuna gelince.

      Son Beşiktaş Trabzonspor maçında Trabzonspor kalecisi Uğurcan'a Beşiktaş seyircisi maç boyunca küfür etti. Yanlış yaptılar. Beşiktaş seyircisine yakışmadı. İstanbul, işgal güçleri tarafından işgal edilince Beşiktaş'ın 'Kırmızı Beyaz' olan rengi 'Siyah Beyaz' renge dönüştürülmüştü, matem'den dolayı. Ama bugünkü fanatik seyirci bunu bilmez. Dedim ya küfür aptallıktır.  Ben olsam çıkar şu açıklamayı yapardım. Bana kimse bu küfürleri yapamaz, küfür ederek bir şey yaptığınızı sanıyorsanız, 'Kötü söz sahibine aittir' diyerek hepsine iade ediyorum derdim. Ancak Trabzonspor tarafı, 'Susmak da bir erdemdir' diye cevap verdi,  kutluyorum kendilerini. Bazı fanatikler de 'küfür edenlerin hepsi zaten tinerci' deyiverdiler. O da ayrı bir fanatiklik.
      Dedim ya stadyumlar, milletin deşarj olduğu yerlerdir. Yani birileri bizi sürü yerine koyuyor, bir alana topluyor, biz orada ona buna küfür ederek sıkıntılarımızı atıyoruz. Yani  adeta bir psikoterapi alanıdır stadyumlar.
Düşünün ki sokakta birisine sinkaflı/küfürlü cümle kullandığımızda mahkemelik oluyoruz. Eğer onun silahlı saldırısıyla ölmeden kurtarırsak mahkeme tarafından bize ceza-i müeyyide uygulanıyor.  Ama aynı cümleleri kitleler halinde toplanıp bir stadyumda söylendiğimiz zaman bir şey olmuyor. Çok çok passoliglerimiz bloke ediliyor ve bir sonraki maça giremiyoruz. Aldığımız ceza sadece bu. Yani dünya çapında -kimse kusura bakmasın- kendimi ilk sıraya koyarak Özal'ın ifadesi ile "açık ve seçik söylüyorum" birileri bizi uyutuyor.
      Bir spor müsabakası seyrettiğimizde bırakınız bunu halı sahada maç yaptığımızda bile kavga etmeden ve sinir uçlarımız bozulmadan oradan ayrılmıyoruz. Hani spor sağlığımızı geliştirecekti. Aksine o gün fiziksel olarak da yoruluyoruz, psikolojik olarak da geriliyoruz, beynimizdeki kılcal damarlardan kaç tanesine pıhtı atıyor belli değil. Maç seyrederken stresten kalpten ölenleri görmüyor muyuz? Birbirini bıçaklayanlar ve taşlayanlar olmuyor mu? Bu nasıl spor?
Büyük takımların maçlarına rakip seyirciler gelemiyor. Niye 'kavga ederler' diye. Bunun neresi spor?
      Şöyle bir avami tekerleme var. Bir topun peşinde yirmi iki kişi koşar ve parayı alır -tabi bu parayı alanlara teknik kadro, sağlık grubu, kulübün çalışanları, yazılı ve görsel medya mensupları da dahil- biz seyirciler de hava alırız. Üstelik bir de para verir sağlığımızdan da olur, zamanımızı da kaybederiz, kavga eder birbirimize zarar da veririz.  Desteklediğimiz takım galip geldiğinde de biz gelin güvey olarak, 'ben seni yendim egosuyla' karşı tarafa hava atarız. Gerçekten bu nasıl bir güç ki bizi böyle yönlendiriyor ve güdüyor.

Şenol Güneş'in Basın Toplantısı

      Doksan altı yılında Trabzonspor şampiyonluğu Fenerbahçe'ye kaptırdığında herkes Şenol Güneş'e yüklenmişti taktik hatasından dolayı. O günlerde Şenol Güneş bir spor gazetesinde, 'Tel Örgüler ve Biz' başlıklı bir makale kaleme almıştı. Yani şunu demek istemişti; -aslında burada kinayeli bir hakaret var- 'siz beni eleştiriyorsunuz ama hala daha tel örgüler arkasında maç seyrediyorsunuz'.  Ne demek tel örgüsü? Tel örgüler olmasa shaya saldırırsınız demek. Seviyemiz bu demek. Türkiye'de ilk defa tel örgüleri başkanlığı döneminde Özkan Sümer kaldırmıştı. Şu anda stadyumlarda tel örgü yok ama orada bir sürü güvenlik var. Güvenlik olmasa sahaya atlarsınız demektir bu. Maç seyrederken önümde güvenliğin olması baba en büyük hakarettir. Ben yabani hayvan mıyım ki sahaya atlayayım? Pastayı kapmak için yarış olduğunda, adrinal yükseliyor ve beyin vücuda hükmetmiyor. Onun için Peygamberimiz, 'Güreşte kazanan pehlivan değildir. Gerçek Pehlivan sinirlendiğinde kendisine hakim olan kişidir - ağzından çıkanı kulağının duyduğu kişidir' buyurmuştur.
      Maçtan sonra küfür eden seyirciye bir iki cümle söylemedi diye benim de eleştirdiğim Şenol Güneş son basın toplantısında, 'sadece statta küfür edilmiyor ki, toplumun her kesiminde küfür ediliyor, birilerinin suçunu bana mı yüklemek istiyorsunuz?' dedi. Yani evde, okulda, pazarda, kahvehanede, otobüste vs. her yerde küfür ediliyor demek istedi. Yani eğitim seviyemiz bu. Bizim seviyemiz statlara da yansıyor. Örgün ve yaygın eğitim kurumlarımız kendilerine bir bakmalı. Aslında bu kurumlarımızın iflas etti. Çünkü bu nesli biz yetiştirdik.

Hülâsa

      Sonuç olarak şunu söyleyeceğim. Futbolun yapısında şiddet var. Çünkü ortada bir para var, burada yüzlerce milyon dolarlar konuşuluyor. Buna sahip olmak için her türlü çirkeflik gösteriliyor. Bu seviyesizliği gösteren iyileri tenzih ederek söylüyorum, yöneticilere, futbolculara, antrenörlere, basın mensuplarına, seyirciye bakın, eğitim seviyesi olarak çoğu da üniversite mezunu. Yöneticilerin şirketleri var ve yüzlerce hatta binlerce insanı yönetiyorlar. Olumsuz bir olay olduğu zaman diyoruz ki 'bu son olsun' ama olmuyor. Çünkü futbolun yapısında şiddet var. Parayı kapmak için bir savaş var. Öyleyse bu iş spor değil. Ayrıca statlara yansıyan küfürler de, bizim eğitim seviyemizi gösteriyor.
      Beşiktaş seyircisine de bu küfürler hiç yakışmadı. Ben Beşiktaş kalecisi Mert'i de eleştiriyorum. Mert de kendi tribünlerine 'susun, yapmayın'  diye bir işaret yapabilirdi ama yapmadı. Uğurcan onun arkadaşıydı ve kendisi de babası Mahir Trabzonspor'un kalecisiyken Trabzon'da doğdu. BJK Başkanını da eleştiriyorum. Çünkü o da bir açıklama yapmadı.
      Ve günümüzdeki futbol ülkemizde ayrıştırıyor, milleti bölüyor, adeta bölücü bir hal aldı. Rakip herhangi bir takımımız yabancı bir takımla oynarken o yabancı takımı tutuyoruz. Gönüllülerimiz ve zihinlerimiz bölündü. Basının, 'bu son olsun, bir daha olmasın' demesine bakmayın, onlar da bizi uyutuyor. Çünkü bu işten geçiniyorlar.
      Çünkü futbol bir spor değildir.  Spor, yarışın olmadığı sadece sağlık amaçlı yürümek, koşmak ve yüzmek gibi faaliyetlerdir..

Ahsen Güzellik Merkezi