Her 18 Mart 1915, 26 Ağustos 1071, 29 Mayıs 1453, 18 Mart 1915 ve 30 Ağustos 1922'nin yıl dönümünde ders, vaaz ve sohbetlerimde şunları anlatırım. Haçlı Dünyası'nın bu topraklar üzerindeki emelleri bitmez. Bu günleri anlatırken geçmişte olmuş ve bitmiş hadiseler gibi hikaye tarzında anlatmayalım. Hala daha devam ediyor bunların bu mülevves emelleri. Onun için bunların B, C, D ve E planları vardır. Onlara karşı çok dikkatli ve uyanık olmamız lazım
Haçlılar bize demek istiyor ki, geldiğiniz yere Orta Asya'ya dönün. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi Zaferi'nin unutamadılar. Bu mağlubiyetin rövanşını almak istiyorlar. 29 Mayıs 1453 İstanbul'un Fetih yıl dönümünü de hazmedemediler. 18 Mart 1915'i de içlerine sindiremediler. Onun da rövanşını almak istiyorlar. 30 Ağustos 1922 Kurtuluş Savaşı'nın Zaferini de hazmedemediler. Bunun için teknik ve teknolojide zirve yaptılar. Bir de 'arz-ı mevud' yani 'vadedilmiş topraklar' diye bir hurafe ve safsatayı kitaplarına yazarak güney ve bizim bir kısım toprağımızı da kapsayan kuzey mezopotamya'yı da almalarını, inanç esasları olarak belirlediler. Anaşılacağı üzere buradaki yeraltı ve yerüstü zenginlikleri kotarmaları için hurafi bir inanç esası geliştirdiler. Ama yetmiyor.
Ne kadar üstün teknolojiye sahip olursanız olun, şayet sizin cesaretle karada savaşacak askeriniz yoksa amacınıza ulaşamazsınız. Görüyoruz ki İsrail Gazze'yi füzelerle yerle bir etti ama karadan girmeden olmuyor. Lübnan'da da öyle. Çünkü yüz yüze çarpışma anlayışındaki savaş yöntemi, insanlığın başlangıcından günümüze kadar değişmedi, bundan sonra da değişeceğe benzemiyor. Bu savaşlarda başarılı olmak için yürek lazım. Bu yürek ordumuzda var. Her bir vatandaşımızda da var. Bu biliniyor. Bunun yanında savunma sanayiini de geliştirmek gerekir. Bu konuda da savunma sanayiini istediğimiz yere getirdik. Biraz daha sabır. Onların önüne geçmemiz için biraz daha atılım yapmamız lazım.
Boşuna uğraşıyorlar. Çünkü Osmanlı en zayıf döneminde bile Çanakkale'de yedi düvele karşı savaşarak geçit vermedi. Bunlar, galiba Kurtuluş Savaşı'nda bu milletin Kuvay-ı Milliye ruhunu oluşturduğunu unuttular. Ama bugünkü güçlenen Türkiye ile uğraşmaları mümkün değil. Terör nedir? Malüm ülkelerin maşaları. Zaten Dünya ile savaşıyoruz. Bu millet, günümüze kadar milyonlarca şehid verdi, yine de verir ve çekinmeden de veriyor zaten. Birisinin sözüydü, çok hoşuma gitmişti. Uluslararası bir platformda söylemişti hem de böyle bir cedelleşme sonucunda. O şöyle demişti, 'Bizim millet, ülkesine saldırı olduğunda çıkar savaşır, ya zaferi elde eder oraya sancağı diker, ya da şehid olur ve o topraklarda gömülür ama vatanın asla terk etmez'. Dünya görüşü farklı olsa da, milletimizin bu konuda birlik ve beraberliğini sağlamış olması beni mutlu ediyor ve geleceğe dönük umutlandırıyor.
Ancak beni mazur görün ve kimse de kusura bakmasın. Bu tür göz bebeğimiz, ülkemizin medar-ı iftiharı olan ve dünyayı ürküten bu kurumlarımızın en az beş kilometre etrafından bile geçilmemesi lazım. Bu kurumlara beş kilometre mesafe bile yaklaşılmaması lazım. Tusaşta çalışan mühendis yeğenim ve benzeri kurumlarda/Aselsan ve Baykar'da çalışan iki tane mühendis öğrencime devamlı söylerdim, sakın ola buralarda çalıştığınızı kimseye söylemeyin ve dikkatli olun. Bu kurumlarımıza sadece etkili ve yetkili kişilerin girmesi lazım. Elbette öyle yapılıyordur.
Çok yazdım ama kısaca burada tekrar edeyim. Yahudiler, Kral Davut'un soyundan kurtarıcı olarak bir mesih bekliyor. Hristiyanlar da Hz. İsa'yı mesih olarak bekliyor. Şia'da sa; gayb imamın kurtarıcı olarak beklentisi inancı var. Bizdeki bazı hurafeciler de, Hz. İsa'yı mesih olarak bekliyor. Yani onların peygamberi gelip bizi kurtaracak ve onlara yani haçlılara, 'durun bu kadar katliam yeter' diyecek. Bu mesihin bir türlü de geldiği yok. Ne zaman keyfi gelecek de gelecek, o da belli değil. Zaten Hz. İsa, Mâide Suresi'nin 116 ve 117. ayetlerine göre zaten öldü. Mehdi ve Mesih, 'İha'dır, 'Siha'dır ve düşmanlarımızı 'başımıza geçirirler' endişesine sevkedecek en modern silahlardır. Devlet aklı bunu bildiği için zaten bu konuda gerekli adımları atıyor. Allah onların, hem zihin ve hem de Basiret açıklığını artırsın.
Allah, şehîdlerimize rahmet eylesin. Ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum. Allah, yaralılarımıza şifa versin. Şehîdlerimiz, kendilerini feda ediyor ve biz de onlar sayesinde yaşıyoruz. Bu nedenle onlara minnet borçluyuz.
Mehmet Akif diyor ya Çanakkale destanını bitirirken,
'Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu/kucağını açtı, duruyor Peygamber'.
Nam-ı Diğer İstanbul Şâirimiz Yahya Kemal'in ifadesi ile, 'Gâip et. Çünkü bu son ordusudur İslam'ın'..