Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


HACCA GÜCÜ YETMEK

Kıble yani dünyanın herhangi bir  bölgesinde namaz kılarken yönelilen ve  'namazda yön ve gönül birlikteliğini sağlayan Mescid-i Haram içerisindeki (Bakara, 2/144, 150) Kabe'nin ilk defa Hz Ibrahim tarafından inşa edildiği sanılırr. Bu algıya da, Âl-i İmran Suresi'nin 97. Ayetindeki  'orada İbrahim'in makamı vardır'  bilgisinden dolayı varılır. 


Kur'an-ı Kerim'deki, 'insanlık için bereket ve hidâyet kaynağı olarak  inşa edilen ilk bina mübarek Mekke'dedir'  (Al-i  İmran, 3/ 96) ayeti gereğince  Kabe'nin Hz İbrahim değil de Hz Adem döneminde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Çünkü sorumluluk bilincinin ilk insana da yüklenmiş olması; söz konusu beyt/evin,  Hz. Adem  ve melekler işbirliği ile inşa edilmiş olduğu' anlayışının daha doğru olduğü sonucunu doğuruyor ki bu bilgi zaten kaynaklarda yer almaktadır. Zaman içerisinde tahrifata uğrayan ''Kâbe'nin Yüce Yaratı'cı'nın yeri'ni  göstermesi (Hac, 22/26) sonucunda Hz. İbrahim tarafından eski temelleri üzerine yeniden inşa edildiği ve Hz. İbrahim'in insanları buradan hacca davet ettiğini (Hac, 22/27) Kur'an-ı Kerim'den öğreniyoruz. 
       Âl-i İmran Suresi'nin 97. ayetindeki,  'oraya giren güven bulur, gücü yetenlerin beyti haccetmeleri/ziyaret etmeleri;  Allah'ın onlar üzerinde bir hakkıdır' buyrulmuş olması; Kâbe'yi Hac İbadeti'nin merkezi konumuna oturtuyor. 'Hac; bilinen aylarda olmasının'  (Bakara, 2/197) yanında günlük teamülde İhrama girilerek/Hacca niyet edilerek Zilhicce Ayının 9. Gününde/Arefe Gününde Arafat'ta vakfe yapılması, Zilhicce Ayı'nın  10, 11 ve 12. günlerinde de Kâbe'yi Tavaf edip 'Allah'ın belirlediği nîşânelerden olan Safa ve Merve' (Bakara, 2/158) mevkileri arasında Sa'y yapılması; müslüman, akıllı, ergenlik dönemine girmiş,  hür,  sağlıklı ve gücü yetenlere farz olan bir ibadettir.  Hac İbadeti, dört günde eda edilmekte ve söz konusu görevi îfa edenler bu dört günde bir araya gelerek hac yapmaktadır. Yani bu ibadeti yapanların bayramdan günler öncesinde oraya gitmeleri ve bayramdan günler sonrasında memleketlerine dönmüş olmaları, sadece ulaşım imkânlarının hacminden kaynaklanmaktadır. Kabe'nin etrafında bir defa dönmeye 'şavt', yedi şavt'a da bir tavaf denmektedir. Farz olan Hac Tavafı ile Umre Tavafı için Safa ve Merve tepeleri arasında yedi kere gidip gelmeye de 'Say' -nâfile tavaflarda Say yapılmıyor- deniyor. Hacc'ın yapıldığı arefe ve bayramın ilk üç günü dışında, Mekke'deki Peygamberimizin doğduğu ev, Cin Mescidi, Hz. Haticenin Kabrinin olduğu Cennetu'l Mualla,  Medine'deki Peygamberimizin, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in kabrlerinin de olduği Mescid-i Nebevî, Cennetu'l Bâki mezarlığı, Uhud Şehidliği, Mescid-i Kıbleteyn, Cuma ve Kuba mescidleri gibi yerler de ziyaret edilmektedir. 

       Hac konusunda her ne kadar ilmihal bilgilerine yer vermiş olsam da Hac, ancak yaşayarak öğrenilir. Bu yazıda asıl amacım;  başlıktan da anlaşılabileceği gibi,  'Haccı hayata olumlu yansıtamadığımız' konusuna değinmektir. Bunun için Bakara Suresi'nin 97. ayetinde anlatılan, 'İbrahim Peygamberin oradaki makamı'nı yalnızca  'Kâbe'nin inşası sırasında iskele olarak kullandığı yer'  olarak anlamakla yetinmemelidir. Bundan öte 'İbrahim'in Makamı'nı; O'nun Kabe Üniversitesi'ndeki  Kürsüsü/Bölüm Başkanlığı diye de anlamalıdır. Çünkü 'Adem peygambere bütün bilgilerin öğretildiği yer olması' (Bakara, 2/ 31); Kâbe'nin yeryüzünde ilk üniversite olduğunu delillendiriyor.
       Yazımın başlığındaki 'Hacca Gücü Yetmeyi' Hac İbadeti'nin sadece 'oraya gidip gelecek kadar maddi imkanı/parası olanlara farz bir görev olduğu' anlayışından öte, en az onlar kadar 'insanlığın hizmetine bilgi sunabilecek kişilere de bir  vecîbe' olarak da anlamalıdır. Bu bağlamda  İslam Dünyası'nın en önemli bilim adamlarını, edebiyatçıları, yazar ve düşünürlerimizi, devlet adamlarını vb.  oraya getirerek, onların bir sene boyunca kendi alanlarında yaptıkları çalışmaları,  Kabe Üniversitesi alanında/Mescid-i Haram içerisinde müzakere etmeleri sağlanmalı ve söz konusu bilim insanlarının vardıkları sentezleri,  Arafat'ta bir 'Hac Sonuç Bildirgesi' başlığı ile insanlık kamuoyuna duyurmaları sağlanmalıdır. Dikkat edersek;  Peygamberimiz, Hac; Arafattır' buyurarak sanki Haccın farzlarından 'İhrama girmek/Hacca Niyet Etmeyi'  ve 'Kâbe'yi Tavafı' geçerek önemine binaen  'Arafatta Vakfe Yapma'ya dikkatlerimizi çekiyor. Peygamberimiz bu ifadesi ile, Arafat'ta irad ettiği Veda Hutbesi'ne vurgulama yaparak aslında bizlere, 'bununla yetinmeyin ve her yıl orada yeni şeyler de söyleyerek insanlığın hizmetine sunun' mesajını veriyor. Veda Hutbesi'ndeki 'burada olanlar, burada olmayanlara duyduklarını anlatsınlar' talimatı;  bizlere  aynı zamanda bunu da öğretiyor. Peygamberimizin 632 yılında Arafat Tepesi'ndeki Veda Hutbesi'nde yüz yirmi bini aşkın müslümana,  'Ey Mü'minler' ve 'Ey Ashabım' /Arkadaşlarım' diye değil de ''Ey insanlar' diyerek hitap etmesi;  verdiği mesajın bölgesel değil, aksine evrensel olduğunu apaçık ortaya koyuyor. Bizler ise bugün sadece vatandaşlarımızı hactan sağ olarak memleketlerine döndürdüğümüzde -elbette bunu da yapalım- kendimizi; çok  başarılı sayıyoruz. 

     622 yılında zoraki hicret ettirilerek doğup büyüdükleri  Mekke'den gönderilen müslümanlara Peygamberimiz, Mekke'nin 630 yılındaki fethinden sonra yaptıkları Hac ibadetlerini müşrikler dikkatlice seyretmişti. Peygamberimiz, müslümanlara 'Kabe'yi tavaf ederken 'Iztıba' denen erkeklerin sağ omuzlarının pazularını gösterecek şekilde açarak tavafın  ilk üç şavtında
 'Remel' denen kısa adımlarla koşarak yürümelerini,  say sırasında da belirli  bölgeler arasında 'Hervele' diye ifade edilen hafif koşar adımlarla hareket etmelerini' söyleyerek; bu tavırları ile onları seyreden müşriklere karşı,  'hicret ettikten sonra güçsüz kalmadıkları, aksine kuvvet kazandıkları'  gösterisini yapmalarını istemiştir. Böylece Peygamberimiz,  Allah rızası için yapılan bu ibadetin, birincil olmasa da tâlî plânda 'bir güç gösterisi' anlamı taşıdığını da vurguladığı anlaşılmaktadır. 
       Hacc'ı hayatımıza yeterince yansıtamadığımıza bir örnek de şudur. Hac ibadeti esnasında 'herhangi bir canlı öldürmenin,  yerden ot ve vücuttan bir tüy koparmanın yasak olup, bu ihlàllerde bulunanların  birer sadaka ödeme cezasına çarptırılmaları, aslında sadece o esnaya ait bir kural değil,  aynı zamanda, 'ömür içerisindeki bir hizmet içi eğitim kursunda edinilen kazanımlardır.'  Çünkü bu disiplin eğitimi ile, kendi memleketlerimize döndüğümüzde kimsenin gönlünü kırmayacağımızın,  kasten hiçbir canlıyı öldürmeyeceğimizin ve çevreye zarar vermeyeceğimizin bir eğitimini almış oluyoruz. Şeytan taşlama sırasında Hz. Ibrahim'in, hanımı Hz. Hacer ve çocukları Hz. İsmail'in şeytanı taşadıkları yerlere yapılan  beton sütunlara bizim şeytanı görmediğimiz halde taş atmamız; aslında  dedikodu, cimrilik, kıskançlık, bencillik, israf, hak yemek gibi ne kadar kötü huylarım var ise; onları  taşladım ve burada bıraktım, köyüme bunlarla dönmeyeceğim, bunları bir daha yapmayacağım, 'devamlı olarak kötülükleri emreden nefsimi' (Yusuf, 12/53)  taşladım  ve yendim, artık kendimi kötü huylarımdan arındırdım  ve kendimi yeniledim demektir. 

        Pakistanlı ünlü İslàm Düşünürü Muhammed İkbal'in Hac görevi için Mekke'ye gelen öğrencileri kendisine, Mekke'den takke, seccade, tespih, temr getirdiklerinde  Muhammed İkbal de onlara gülümseyerek,  'ben sizden Hz. Ebubekir'in cömertliğini, Hz. Ömer'in adaletini, Hz. Osman'ın alçak gönüllülüğünü ve Hz. Ali'nin de ilmini getireceğinizi bekliyordum' demesi; ne kadar da anlamlıdır. Şu husus da unutulmamalıdır. Namaz kılana 'namazî', zekât verene 'zekâtî' denmediği gibi, hac yapana da 'hacı' diye bir ünvanla hitap edilmez. Çünkü hac yapmak; bir özellik değil, sadece bir görevi îfa etmektir. 

        Umarım bir gün yaptığımız 'Hac İbadeti'ni hayatımıza tamamen olumlu yansıtır ve yeniden Arafat'tan insanlığa 'Hac  Bilimsel Sonuç Bildirgesi'nin duyurulduğu günlere ulaşırız..