Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


GERÇEK BİR DERVİŞTİ ..

Diyarbakırlı Derviş Ramazan Hoca da katledildi. Çok üzüldüm. Bu kadar samimi, hadi garip demeyeyim de bu kadar Derviş ruhlu bir insana nasıl kıyılır ya? Çok kişi gibi benim de yüreğim yandı.


 Aforoz etmek sadece yahudilik ve hristiyanlık tarihinde yok. Maalesef ki insan katletmek olayı bizde de yaşanmış. Bu vahşet bizde, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin şehadetiyle başladı. Sıffın Savaşı sonucunda 'Hakem olayını niye kabul ettin? Oysa ki "Hüküm Allah'a aittir" (Enam Suresi, 57. Âyet), bu şekilde Allah'a karşı geldin, Hz. Osman'ı şehid eden katilleri halâ daha niye bulamadın?' denerek Hz. Ali'ye biatten ayrılan Hâricilerden Abdurrahman bin Mülcem, milâdi 661 yılında bir Sabah Namazı'na giderken ya da Sabah Namazı'nda Hz. Ali'yi hançerleyerek şehid etmişti. Bunu Muaviye'nin oğlu Yezid'in Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin'i Kerbelâ'da şehid etmesi takip etti. Maalesef ki bu durum bizde neredeyse yerleşik halini aldı. Osmanlı'da da, 'Devletin bekasıdır' denerek Şeyhu'l İslàm Fetvası ile onaylı kardeş katliamları ve kardeş boğdurmalar var.
      Yani sadece yahudilik ve hristiyanlıkta 'Dünya dönüyor' dediğin için 'kilise ile ters düşüyorsun' diye aforoz edilen Galileo örneği yok ki. Böyle durumlar bizim tarihimizde de oldu. Bu durum öyle bir yerleşmiş ki aykırı düşünen ve farklı görüş belirten kişiler,  ilmi olarak ölçülü şekilde tenkit edileceğine, öyle suçlanıyor ki onlar adeta 'din/âyet ve hadis düşmanı' îlân edilerek fanatiklerin önüne atılıyor. Günümüzde yenilikçi ve gelenekçi ilahiyatçılar diye iki kavram oluştu. Bu gelenekçiler -elbette herkesi kastetmiyorum, konunun istisnaları var- yenilikçileri televizyon ekranlardan ve gazete köşelerinden attırdılar. Ama bu yenilikçiler o kadar güçlü ve alanlarında o kadar ilmî derinlikleri var ki gelenekçiler yine bunlarla baş edemiyor. Yaptıkları tek şey 'sen hadis inkar ediyorsun ve Ehl-i sünnet düşmanısın' diyerek karşı tarafı itham edip toplumun önüne atmak. Bundan başka bir argümanları yok. Yani eleştiri yaparken ölçü kaçırılıyor. Halbuki yapılacak olan, medeni şekilde deliller ortaya koyarak eleştiri getirmektir. Hedef göstermek değil.
      Diyarbekirli Ramazan Hoca; çok masum, samimi ve karşılık beklemeden dini sorulara cevap veren ve yorum getiren bir Hoca Efendiydi. Onun bazı videolarını seyretmiştim. Bu konuda belli ki bayağı çalışmış birisiydi. Öyle ki âyetleri numaraları ile beraber verebiliyor ve bilimsel örneklerle de süsleyebiliyordu. Bizler onun bazı görüşlerine katılmamış olabiliriz. Ama o nasıl öldürülebilir ki? Bu iş bu kadar basit mi?  Bazı sosyal medya video hocaları var. Bunlardan konuşmalarında adaba mugayır ifadeler de kullanan birisi videosunda onun için, 'Vahhabi' diyerek ağır suçlama yapmıştı. Hatta 'ayet ve hadisleri inkâr eden Mehmet Okuyan da onun videosunu beğenerek destek vermiş, bizim kulvardan bir hoca da başlangıçta ona destek vermiş, bizim videomuzdan sonra yanıltıldığını anlayarak beğenisini silmiş, falanca meşhur hocamız da onu eleştiren bir konuşma yapmış'' da diyor. Bir hoca, 'ben Ramazan Hoca'nın şu görüşüne katılmıyorum' diyebilir ama 'O Vahhabidir' demek doğru değildir. O zaman o hedef olarak insanların önüne atılmış oluyor. 
      Ramazan Hoca'ya çok üzüldüm. Kendisinde bir halk filozofluğu vardı. Diyarbakır Ulu Cami avlusu ile özdeşleşmiş bir yüzdü. Ama onun için bir eksiklik kalmıştı. O da; İstanbulda mütefekkirlerin gelip geçtiği vadiydi. Sonunda o da, bu dünyadan göçmeden önce son durak olarak orayı tercih etti. Çünkü bir hayranının açtığı çay ocağının mekanı, Küçük Mustafa Paşa'daydı. Burada yedi ay hizmet etti. Bu mekân  Merkezefendiye doğru uzanan vadiydi. Söz konusu vadi, surlar içerisindeki tarihi yarımadada mütefekkirlerin gelip geçtiği ve günümüzde de üniversitelere çok yakın bir kavşaktı. Kısa süre de olsa Ramazan Hoca da oradan/İstanbul'da yaygın eğitim faaliyetinde bulundu. Ebedi hayata da İstanbul'dan geçti.
      Biz bilgisi ile, görgüsüyle ve yorumlarıyla uğraşamadığımız insanları, iftiralarla karışık ithamlarla suçlayarak toplum nazarında bitirmeye çalışıyoruz. Oysaki bizim kültürümüzde seviyeli bir şekilde İlmi tekzib/reddiye yazmak usulü var.  Bu yönü tercih etmeliyiz. Çünkü yaptıģımız ağır ithamları dinleyen cahil fanatikler, işi katliama dönüştürebiliyor. Bu nedenle topluma hitap eden bizler, sözlerimize çok dikkat etmeliyiz. Böyle feci sonućlarla karşılaşınca da hemen, 'dış güçler yaptı' diyerek sığınacak bir bahanemiz de var. Doğru da, niye onlara maşa olan iç güçler/hâinler oluyoruz ki?
     Savunmasız Bilge kişilik Ramazan Hoca'ya nasıl bıçak sallandı ki? Bir de 'Bir cana kıymanın tüm insanlığı öldürmek'' (Mâide Suresi, 32. Âyet),  'Bir mü'mini öldürmek suçunun ebedi cehennem olmasına (Nisa Suresi, 93. âyet) rağmen. Hani hakimler ceza verirler ya, 'üç defa, beş defa ağırlaştırılmış müebbet' diye. Aynen bunun gibi Kur'an-ı Kerim'e göre, bir cana kıyarak tüm insanlığı öldürmüş olmak da; yedi buçuk milyar defa, ya da ilk insandan beri gelmiş geçmiş o kadar milyarlarca defa ebedi Cehennemi boylamak demek. Âkıbete bakın ki Ramazan Hoca da, Hz. Ali gibi namazda iken şehid edildi. Çok üzüldüm. Çok yazık. İşe bakın, ülke Teksas'a döndü. Önüne gelen kolunu sallaya sallaya istediği birilerini rahatça öldürebiliyor. Bunun da önüne geçilemiyor. Burada hep şikâyet etmeyelim, çözüm de önerelim. Bu cinayetlerin önlenebilmesi için derhal ve acilen îdam cezası geri getirilmelidir. Kur'anda 'Sizin için kısasta hayat vardır' (Bakara Suresi, 179. âyet)) buyruluyor. Yani bunun anlamı, 'herhangi bir cinayete kurban gitmemenizin garantisi, kısasla/îdam cezası ile mümkündür demektir. Bir cinayet işlediğinde idam edileceğini bilen bir kişi sıkı mı ki gitsin rahatlıkla birisini öldürsün? Kişi bu durumda, bir şekilde ben de iyi halden indirim alır ve bir afla dışarı çıkarım' düşüncesi ile raatlıkla herhangi bir cana kıyabiliyor. Cinayetler için kısas/îdam cezası verilsin dediğinizde adam diyor ki 'çağdaşı ve gericilik'.  Kur'an-ı Kerim'den binlerce, yüzlerce yıl önce gelmiş ve tahrif edilmiş olan Tevrat ve İncil'den esinlenerek oluşturan normlara/yasalara bağlı olmak, çağdaşlık oluyor. En son gelen daha yepyeni ve capcanlı olan Kur'an-ı Kerim'den esinlenerek oluşturulan kurallara bağlılık ise, gericilik oluyor. İşe bak ya? Hangisi irtica/geriye dönüş? Hani denir ya, 'Dinime söven bari müslüman olsa' diye. Ben de soruyorum ölen adamın canı ne olacak? Onun hakkı nerede? O insan değil miydi?  Ölen öldü, 'kalan saģlar bizimdir' mi diyeceğiz? Cinayete kurban gidenin de yaşam garantisini sağlamak devletin görevi değil midir? İşte bu da kısas/idamla mümkündür. Herkes korkar, kimse kimsenin canına kıyamaz ve böylece herkesin de yaşam garantisi sağlanmış olur. Buradan hareketle diyorum ki, hem caydırıcı olsun, insanlar bedavadan birbirlerini katletmesinler ve hem de yaşam garantileri olsun diye kısas/idam geri getirilmelidir. Ceza verilirken aynı zamanda da, 'bir cana kıymanın tüm insanlığı öldürmek ve ebedi Cehennem olduğu' eğitimi de verilmelidir. Yoksa bu olayların önüne geçilemez. Aksi takdirde herkes gider rahatça birbirini öldürür. Dün ona yarın bize. Benden söylemesi, demedi demeyin.
      Çok üzüldüm, ona çok acıdım. Namaz kılarken öldürüldü ve 'Şehid'  oldu. Allah, Ramazan Hoca'ya; rahmet eylesin..