Aslında peşinen şunu söylemek gerekir ki şayet üstad Hafız Hasan Akkuş olmasa İsmail Biçer'i dünya tanımayacaktı. Ve bu dünya O'nun benzerini bile bir daha göremeyecek diyemeyecektim. Ve Hafız Yusuf Gebzeli, geç tanınmış olsa da, 'zamanında keşfedilse pavarotti diye birisi olmayacaktı' denemeyecekti.
Evet, O'nu unutmamız mümkün değil. Hatıralarla yaşıyoruz. Günümüzde herkes O'nun gibi okumaya ve O'nu taklit etmeye çalışıyor. Ülke sathında bir 'İsmail Biçer Tarzı Okuyuş' artık yerleşmiş durumda. Kurra Üstad Hafız İsmail Biçer'in iki büyük otorite hocası var. Elbette ki ilk hocası Hafızlığını yaptığı hocasıdır. Ancak burada alanlarında meşhur olan hocalarından bahsedeceğim. İlki ve esas hocası O'nu ilk keşfeden Nuriosmaniye Camii İmam-Hatibi merhum Üstad Hasan Akkuş 'tur. Bir program sebebi ile Bolu Göynük'e gider Hasan Akkuş Üstad. Hafızlığını yeni bitiren İsmail Biçer, o zaman on yaşlarındadır ve bu programda Kur'an-ı Kerim Tilavet eder. Daha o sıralar Hasan Akkuş Hoca'nın dikkatini çeker ve İsmail Biçer'i Nuriosmaniye Kur'an Kursu'na getirerek kendisine Tecvid ve Ta'lim okutur. İsmail Biçer İstanbul İmam Hatip ve İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünden mezun olduktan sonra Edirnekapı Mihrişah Sultan Camiinde müezzin olarak göreve başlamıştı. Hasan Akkuş olmasa bugün belki de İsmail Biçer olmayacak ve kendisini tanımayacaktık. Hasan Akkuş Üstad vefat edince merhum Abdurrahman Gürses hocalarından ikincisi olur. Onu Edirnekapı Mihrişah Sultan Camiinden Bayezid Camiine alır ve O'na Aşere Takrib ve Tayyibe okutur. O'nun da yetişmesinde elbette emeği büyük. Kendisine Haseki Eğitim Merkezi'nde öğrenci olmak, hac yolculuğu gibi özel toplantılarda bulunmak ve çay sohbetlerine girecek kadar abi kardeş ilişkisinde bulunma imkanlarım olduğu için hem Yüce Yaratıcı'ya şükrediyor ve kendimi şanslı hissediyorum. Üstadı ilk defa İstanbul İmam Hatip Lisesi'nde öğrenci iken sanıyorum lise ikinci sınıfta idim yani yetmiş altı yılı Fatih Camiinden TRT'nin canlı yayınladığı mevlid programı ile canlı olarak gördüm. Daha önce kendisini radyodan dinler ve hayran olurdum. Bu programda her zaman olduğu gibi ilk Kuranı okumuş ve kendisine hayranlığın bir o kadar daha artmıştı. Sonra Marmara İlahiyata gittim, askerlik ve sonrası. Bu süre zarfında kendisini gâh Bayezid Camiine giderek ve gâh da o zamanların deyimi ile inanç dünyası, iftar ve mevlid programları ile dinledim. Vakta ki Haseki Eğitim Merkezi Müftü ve Vaizler Kursuna yedinci dönem kursiyer olarak gidince hazırlık döneminde ki seksen dokuz yılı idi, Abdurrahman Gürses Üstaddan sonra Kur'an-ı Kerim dersimize İsmail Biçer üstadımız gelmişti. Derse ilk geldiğinde kendisine, 'hocam sizden bir istirhamımız var, sizi yıllardır ekranlardan seyrediyoruz, bize canlı
bir aşr okur musunuz?' deyince, 'estağfurullah, tabi' diyerek hemen okumuştu. Derken o yıl Suriye ve Ürdün üzerinden karayolu ile hacca gittik. Kendisi 257. kafilenin başkani idi. Bizim 251. kafilenin başkanı da İstanbul Merkez Vaizi Hasan Botanlıoğlu idi. Ben de her iki kafilenin sözcüsü gibi idim ve elimdeki seyyar megafonla anonsları yapıyordum. Vatan caddesinden hareket edince hep aynı mekanlarda mola veriyorduk ve iki kafileyi tek hale getirmiş yani vahdet-i kafile yapmıştık. Konya’da aynı otelde kaldık, ancak Akdenize inince kendisi Tarsus 'ta kalmayı tercih etmişti biz ise İskenderunda. Bu arada Ashab-ı Kehf Camiinde akşam namazını kıldırışı, sonrasında okuduğu Haşr Suresinin son üç ayetlerini tilâvetini ve sonrasında bana, 'Ahmet bizim kafileyi de anons et toplansınlar' deyişi bugün gibi kulaklarımda çınlıyor ve gözlerimin önünde. Cilvegözü'nden çıkarken 'bir daha sizden ayrılmayacağım' demişti bize İsmail Biçer Hocamız. Suriye'nin meşhur Hıms şehrinde sekiz saat kaldık ve ziyaretler gerçekleştirdik. Şam'a girerken şehrin en merkezi yerinde trafik tıkandı ve otobüslerden inerek tretuvarın üzerinde oturduk, trafiğin açılması tam on beş dakika sürdü ve biz bu sürede sohbet ettik. Bu anı hiç unutmuyorum. Şam’da Emeviye Camii'ne ziyarete gittik. Ürdün üzerinden devam eden seyahat güzergâhımız gereği önce Medine'ye gittik. Hocamız bizi evimize her ziyarete geldiğinde kendisine hizmet eder ikramda bulunur ve bundan büyük zevk alırdık. Burada belirtmeliyim ki, ben bu kadar alçakgönüllülük hayatımda görmedim. Şöyle derdi, 'asla özel bir yemek hazırlamayın, siz ne yiyorsanız bana da ondan verin, bir çorba bile yeter'. Ve de 'bir Kur'an okur musunuz hocam?' dediğimizde asla kırmaz ve hemen okurdu. Hac görevi sırasında, bir bölge sorumlusu kendisini şeklen tanımadığı için bir talebini yapmamıştı, sonra İsmail Biçer olduğunu öğrenince de hemen düzeltmek istemişti, ama hocamız ona kızarak, 'isme değil, herkese iyi davranmasını' söyleyerek o görevliye kızmıştı. Medine'den ayrılıp Mekke'ye gittik ve bu durum aynı şekilde devam etti. Bir ara aramızda şöyle karar aldık, 'ayıp oluyor, üstadı bir de biz ziyaret edelim'. Dediğimiz gibi yaptık ve hocamızın kaldığı otele gittik, istirahat ediyordu, kalktı ve 'kahvaltıyı biz hazırlayalım ısrarımıza' hocamız asla razı olmadı Ve kendi elleri ile bize kahvaltı hazırladı. Arafat’ta bayağı grip olduğu ve sesi müsait olmadığı halde 'hep o anı bekliyoruz' diye ve 'bizim gönlümüzü de yapmak için' kendisini zorlayarak merkezi programda Kur'an okumuştu. Bu sırada çadırda konuşanlara, 'biz sabahtan beri bu anı bekliyoruz, siz ise konuşuyorsunuz' diye çıkışmıştım ki çadırınıza gelince kafile başkanımız Hasan Botanlıoğlu kendisine, 'Ahmet hacıları kötü fırçaladı' demişti. Bu sırada Hasan Botanlıoğlu hocamız'a 'dayı' ünvanını verilmiş, ilk yeğen üye de İsmail Biçerdi. Ve belirli bir denemeden sonra da yeğen üyeliğine kabuller yapılıyordu. Ben de stajerliğimi bitirip Mekke'de üyeliğe kabul edilmiştim ve bunu bir ziyafetle kutlamıştık. Böyle lâtifesi anlar da yaşamıştık. Her ne ise kara yolu ile İstanbul'a dönünce Haseki'de sınıfımızda arkadaşlara benim için hak etmediğim şekilde 'Ahmet bize çok hizmet etti, teşekkür ediyorum' gibi sitayişli cümleler kullanmıştı. Ben de kendisine Mekkeden satın aldığım küçük teyp olduğunu ve kendisinden bir aşr da burada dinlemek istediğimizi söyledim, kendisi de Nisa Süresindeki, 'her nerede olsanız ölüm sizi yakalar..' diye başlayıp devam eden 78-81. ayetleri okumuştu. Hocamızı Rumelikavak'a bir cemaatimizin babasının anma programına çağırmıştık. İsmail Coşar ve Salim Gözütok da kendisine eşlik etmişlerdi. Programda İsmail Coşar'a ezan okutmuştuk, hocamız da namazı kıldırmıştı. Sonra aşr ve mevlidin ilk bahrini okumuştu. İmam Hatip Liselerinin kuruluşunun kırk üçüncü yılında Ensar Vakfı Cemal Reşit Rey salonunda bilimsel bir program hazırlamıştı. Üstadın orada programın açılışında ve İstanbul Dedeman otelde ikinci Avrasya Din Şurasının açılışında okuduğu muhteşem kıraatleri ise asla unutmuyorum. Gerçekten benim dinlediğim en enfes okuyuşlardı bunlar. Ve acı gün gelip çatmasın mı. Yirmi altı Mart doksan sekizde Üstadın vefat ettiği haberini televizyondan dinleyince şok oldum. Babamın cenazesinde O'nun cenazesinde ağladığım kadar ağlamadım. Bayezid Camii'ndeki cenaze töreninde Dr. Tayyar Altıkulaç, 'Türkiye en büyük okuyucusunu kaybetti, babamın cenazesinde bile bu kadar ağlamadım' demişti. Hafız Celal Yılmaz ise ağlayarak, 'İsmail Biçer Kur'an okuduğunda hocası Abdurrahman Gürses'in eğilerek elini öpmek istediğini gördüm' demişti. Marmara İlâhiyat'ta Kur'an-i Kerim hocamız Prof. Dr. İsmail Karaçam, 'İsmail Biçer bu okulda bizim de öğrencimiz oldu, o hiçbir makama tenezzül etmesin düz okusun yine insanı mest eder, Allah onu bu iş için yarattı, ama ekranda vücuh yapmamalı, zira millet anlamıyor ve şasırdığını sanıyor' derdi. İsmail Biçer üstadımız bize, 'bana milyon verseniz anında batırırım, ben bu iş dışında başka bir şey yapamam' derdi. Onu Ankara'daki bir okuyucu taklid ediyordu. Bir defasında babamın Mehmet Emin Aşıkkutlu'dan aşere takribden arkadaşı Hacıbayram Camii İmam Hatibi Hafız Fikret Lâtifoğlu'na, 'hocam söyleyin de o hoca İsmail Biçer'i taklid etmesin, kendisi gibi okusun, zira komik oluyor' dediğimde bana, 'doğru söylüyorsun, İsmail Biçer'i, Ismail Biçer de taklid edemez demişti. Tunus’ta birinci olduğu Kur'an Tilaveti yarışmasında İranlı iki okuyucu feragat ederek kendi sürelerini ona vermişlerdi. Hatta kendisine 'Latin harfleri ile Kur'an'ı böyle nasıl okuyorsun?' demişler ve O da cebindeki Kur'an-ı Kerim'i göstermiş ve şaşkınlık içerisinde, 'Türkiye'de böyle eğitim var mı?' diyerek hayretlerini dile getirmişlerdi. Mekke ve Medine'de okunan ezanları ve imamların kıraatini beğenmiyorduk. Hocamıza Mescid-i Nebevi'nin yanında 'kendisinin Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi'de namaz kıldırma ve Kur'an Tılâvet etme imkânının olmamasının; Müslümanlar için talihsizlik olduğunu' söylemiştik. O da, 'estağfurullah ama bu cihazlarla Süleymaniyenin müezzini âmâ Mustafa bey ezan okusun milleti yere yatırır' diye cevap vermişti. İsmail Biçer Hocamızın kıymetini bilebildik mi? Elbette bilemedik. Yahu İsmail Biçer elinde hacıların pasaportlarını onaylatmak için hudutta kuyruğa girer mi? Gerçi çok işini biz yapıyorduk ama o dönemdeki başkanlık yetkililerini eleştiriyorum. İsmail Biçer, 'asansöre önce o niye bindi, onun odası daha iyi..' diye kavga eden ciğeri beş para etmeyen adamlarla muhatap edilir mi be kardeşim? İsmail Biçer Diyanet İşleri Başkanının yanında sadece Arafat Vakfesi programında Kur'an okumak için gelir be kardeşim. O'na özel bir şoför ve koruma tahsis edilmeli değil mi idi? Bir de bize Mekke'de anlatmıştı. Seksen yılında Tayyar Altıkulaç İlâhiyat mezunu imamları İstanbul dışına gönderme kararı almıştı. Ve üstadımıza, 'sen İstanbul’da çok kaldın, seni Bolu eğitim merkezine gönderelim' deyince hocamız da kendisine, 'hocam iyi olmaz' diyerek üstü kapalı istifa tehdidinde bulunmuş. İsmail Biçer Hocamız, Eminönü Müftüsü'nün eşini kaybettiği yaptığı kazayı bize Haseki'de anlatmıştı. Şöyle demişti, 'müftü bey, önündeki arabayı sollamak istemiş, karşıdan gelen arabayı görünce de, ikilemde kalarak frene basmış, oysaki duraklamayıp devam etse önündeki arabayı sollayabilecek ve karşıdan gelen araba ile çarpışmayacaktı, maalesef tereddüt etmesi kazayı kaçınılmaz hale getirdi ve acı son geldi'. Ve hocamız Bandırma yolunda maalesef aynı tarz bir kaza ile kendisi ve arkasında oturan Hafız Yusuf Gebzeli'nin vefatını getirdi. Yanında oturan Hafız Fevzi Mısır ve arkasındaki Amir Ateş de yaralanarak kurtuldular. Bayezid Meydanı'ndaki cenaze namazından sonra Edirnekapı şehitliğinde ebedi istirakgâhına verildi. Yasin Süresinin ilk sayfası üstadın kendi sesinden dinletildi, ikinci sayfayı oğlu Hafız Furkan Biçer okudu, sürelerden sonra duaya geçildi. Ünlü duahanımız merhum Hafız Adem Erim kısa bir konuşma yaptı ve şöyle dedi, 'Peygamberimiz döneminde Kur'an Tilâveti'nde Abdullah ibni Mes'ud ne ise günümüzde İsmail Biçer O'dur, yine peygamberimiz döneminde ezan okumada Bilâl-i Habeşi ne ise, günümüzde Yusuf Gebzeli O'dur'. Ve sonra da duayı yaptı, akabinde ikindi vaktinde Üsküdar'daki Yusuf Gebzeli'nin cenazesi için Üsküdar'ın yolunu tuttuk. Yusuf Gebzeli, şöhreti elli yaşından sonra yakalayanlardandı. Kendisini ilk defa babamın İmam Hatip olduğu Pendik Muhammediye Camii'nde tanıdım. Babam gripten yatıyordu ve Yusuf Gebzeli davetli olarak geldiği bir programda mevlid bahirlerini tek başına okumuştu. Programda aşr-ı şerifleri hafız abim Mehmet Bekâroğlu ve ben de süreleri okumuştum. Marmara İlâhiyatta öğrenci iken Cuma namazlarını Yusuf Gebzeli'nin iç ezanlarını dinlemek Üsküdar Valide Camiine gider ve kılardık. Aman Allahım, bu ne okuyuş ve nağmelerdir bunlar? Bugünkü telefonlar yok ki kaydedelim. Seksen üç yılı idi, Ayasofya'nın arkasındaki mescid bir Cuma günü ibadete açılmıştı. Abdurrahman Gürses namazı kıldırmış ve hutbeyi de îrad etmişti. Öncesinde de öndeki iki minareden Yusuf Gebzeli ve Fatih Camii müezzinlerinden merhum Şerif Duman Nam-ı Diğer 'Köse' çifte ezan okumuşlardı. Marmara İlâhiyat'ta doktora devam döneminde ortak dersler aldığım ünlü bir neyzenimiz'in, 'Yusuf Gebzeli şayet zamanında keşfedilseydi, dünyada pavarotti diye bir şey olmadı' demişti. Çünkü kendisi ile beraber avrupaya konserlere gidiyorlardı ve kendisini bu şekilde yakından tanımıştı. Bir defasında televizyondan canlı seyretmiştim, pavarotti batı müziği, Yusuf Gebzeli ise Sadettin Ergunerin ünlü ney taksimi eşliğinde Türk Tasavvuf musikisinden örnekler sunmuş ve bu programda pavarotti gölgede kalmıştı. Hafız İsmail Coşar yakın arkadaşı İsmail Biçer Üstadın cenazesinde ısrarlara rağmen Kur'an okumamıştı, hatta Bayezid'deki cenazesine bile yaklaşamamış ve benim yanıma gelerek adeta yardım istercesine beraberce cenazenin yanına gitmiştik. Ama o İsmail Coşar Üsküdarda Yusuf Gebzeli'nin cenazesi öncesi camide Al-i İmran Süresi 103-110. ayetlerden oluşan bölümü okumuştu ki sormayın. Ben duygu yüklü bu okuyuşu da asla unutamıyorum. Ve Hafız Yusuf Gebzeli Hocamız da cenaze namazından sonra Karacaahmet mezarlığında ebedi istiratgâhına verildi. Hafız İsmail Biçer hocamızı ve Hafız Yusuf Gebzeli hocalarımızı unutmamız mümkün değil. Evet Yusuf Gebzeli, zamanında keşfedilemedi ve dünyada pavarotti ortaya çıktı. İnanıyorum ki, makamı; mutlaka Cennettir. Hele de İsmail Biçer üstadımız, bana göre bu dünya bir daha benzerini bile göremeyecek. Hatıralarla yaşıyor ve kendimi böyle avutuyorum. Kimse kusura bakmasın ama, Onu dinleyen bizlere, diğer güzel okuyucularımız çok yavan kalıyor. Evet, 'İsmail Biçer'in benzerini bile göremeyeceğiz. Her geçen gün hasreti artıyor. İnanıyorum ki makamı; şüphesiz ki; Cennettir..



