Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


DİN EĞİTİMİ RAPORU

Önceki Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Bey, malum  an itibarı ile Ankara'da kurduğu İslam Düşünce Enstitüsünün Başkanlığı görevini yürütüyor. 


Kendisi dün akşam internet üzerinden gerçekleşen ve TV5'de canlı yayınlanan 'Din Eğitimi Raporu Müzakere Paneli' düzenlemiş. Bendeniz de Bugün TV 5'te programın tekrarına yarısından itibaren yetişince konuya vakıf oldum. Mehmet Görmez Hoca,  selefi Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, söz konusu raporu eski Milli Eğitim bakanlarından Ömer Dinçer ve Nabi Avcı beylere göndermiş,  kendileri de raporu okumuşlar ve panelde de rapor hakkındaki görüşlerini açıkladılar. İki tur halinde yapılan ve benim son tura yetiştiğim panelde Naci Avcı 'bakanlığı döneminde İmam Hatip Lisesi ile diğer liseler arasındaki ayrışmayı önlemek bağlamında, kendisinin Maarif Koleji mezunu olduğunu, İmam Hatip Liselerinin  Maarif Lisesi diye isim değiştirmesi önerisinde bulunduğunu,  ancak bunu başaramadığını, öğretmenleri müfredatla zorlamadan serbest bırakmak gerektiği ama buna göre öğretmen yetiştirmenin önem arzettiğini' söyledi. Prof. Dr.  Ali Bardakoğlu da 'günümüzdeki tasavvufun, selefiliğin karşıda olacağı yerde giderek selefiliğin merkezine oturarak  selefiliği temsil eden bir konum oluşturduğunu,  dinin kolay olduğunu  ve "kolaylaştırın, zorlaştırmayın" diye peygamberimizin dilinden bunu müjdelediğini, 'Allah'a öğretir tarzda din anlatıldığını' (Hucurat, 49/16)  oysaki dinim bilgi ile buluşturmak ve sonrasında kişinin özgürlüğüne işi bırakmaktan ibaret ve peygamberimizin metodunun da bu şekilde olduğunu, başkanlığı döneminde  Pakistan'a gittiğinde orada devlet erkânının kendisine 'günümüzdeki medreselerin zorlayıcı bir eğitim müfredatı uyguladıklarını ve bunun dini inanca zarar verdiğini' söylediklerini,  günümüzde ülkemizdeki  İlahiyat fakültelerine öğretim üyelerinin nasıl alındığı ve  akademik ünvanların nasıl verildiğini bildiklerini, ilâhiyat fakültelerinden sadece dört beş tanesinin araştırmacı yetiştirmesi, diğerlerinin de  örgün ve yaygın eğitim kurumlarına öğretmen ve Din Görevlisi yetiştirmesi gerektiği, fıkhın günümüzde her şeyi üstlendiğini,  dinin üçüncü ve beşinci  asırda kalmış bilgileri topluma aktardığı için günün sorunlarını çözemediğini,  eskiden eğitim kurumlarında Buhari Müslim ve  İbn-i Mace gibi  kaynakların tamamının okutulmadığını, sadece onlardan seçme günlük hayatta lazım olacak bilgilere yer verildiğini,  o zamanki Muhammediye ve Ahmediye gibi hikâye dolu eserlerin bile modern zamandaki kaynak eserlerden daha yararlı olduğu, günümüzde giderek yaygınlaşan 'Deizm' akımının Din Eğitimi vermediğimizden kaynaklanmadığını bunu söyleyemeyeceğimizi, bunu söylemenin yanlış olacağını,  aksine söz konusu akımın Din Eğitimi Verme Tarzımız'dan kaynaklandığını, çünkü ülkemizde neredeyse binin üzerinde  İmam Hatip Lisesi, zorunlu Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi, seçmeli Temel Dini Bilgiler, Hz. Muhammed'in Hayatı, Kur'an-ı Kerim derslerinin görüldüğü binlerce orta okul ve Lise'nin,  yaygın eğitimde yüz bin civarında cami ve elli bin Kur'an Kursu'nun  olduğunu, buna rağmen gençler ve halk nezdinde deizmin artmasının bizim Din Eğitimi Verme Tarzımızdan kaynaklandığını kabul etmemiz gerektiğini' belirtti. Ömer Dinçer de,  'İlâhiyat fakültelerinde geleneksel bilgilerle öğrenci yetiştirdiğimizi,  bu öğrencilere bir şey sorduğumuzda geriye dönüp bakarak bize cevap verip günümüze ışık tutmaya çalıştığını ama bunu başaramadıklarını, değerler eğitimini okutarak verdiğimizi ama bunda başarılı olmadığımızı, zaten okutarak değerler eğitiminin verilemeyeceğini, her gelen milli eğitim bakanının değerler eğitimi sayısını değiştirdiğini, istediği değer eğitimini çıkarıp istediğini ilâve ettiğini, değerler eğitimi konusunda toplanacak şuranın Devlet Plânlama Teşkilâtının kendi şura çalışmalarında yaptığı gibi en çok iki değerin ele alması ile yapılması gerektiğini' anlattı.  Mehmet Görmez Hoca da,  Ömer Dinçer'e cevaben, 'bizdeki ilahiyat fakülteleri 'Hikmet' ağırlıklı, arap ülkelerindeki şeriat fakültelerinin  'hüküm'  ağırlıklı eğitim verdiğini, çünkü bizdeki ilahiyat fakültelerinde sosyal bilimlerle eğitim bilimlerinin yer almasının çok önemli olduğunu' söyledi. Mehmet Görmez,  'bakanlarımız ve eski başkanımız olan hocam; sadece teori değil aynı zamanda görevde oldukları dönemlerinde yaşadıklarını anlatarak katkı sundular, kendilerine  teşekkür ediyorum' dedi ve şu önerilerde de bulundu;

 

'Din kavramı ile en çok ihtilâl hükümetleri meşgul oldu, altmış, seksen ihtilâlleri ve yirmi sekiz şubatta olduğu gibi, yeni bir paradigma oluşturmalıyız, görevden ayrıldıktan sonra gençlerle daha çok haşır neşir oluyorum, gençlerin en çok şikayet ettikleri konu "özgürlük ve mutluluk" konularıdır, gençler "ailelerinde yaşadıkları dinde özgürlük ve mutluluk göremediklerini", söylüyorlar,  bunun için yaşadıkları dinde özgürlük ve mutluluğu göremeyen gençlik dinden soğuyor, oysa dinin kendisi bu özgürlüğü veriyor, biz gençlere yeryüzündeki kötülüğün varlığını izah etmekte zorlanıyoruz,  bir kişinin hem dindar ve hem de adaletten uzak olduğunu gören gençler dinden soğuyorlar,  biz sekülerizm ve pozitivizmi eleştireceğiz derken din ile aklı ve din ile bilimi karşı karşıya getiriyoruz, bu yanlış ve dine hakarettir,  bunun için müfredat programları oluştururken yeni bir dil oluşturmalıyız,  Hasan-ı Basri, 'İnsan Allah ilişkisini, merhamet,  Mutezile adalet, İmam-ı Şafi ise 'İrade ve Kudret  kavramları üzerinden okumuş,  Maturidi, Ehl-i Sünnet, vs.,  başka bir şekilde anlamışlar,  biz bunlardan sadece birini ele alıp   konuları anlattığımız için gençliğin zihinlerindeki sorulara yeterli cevap veremiyoruz, oysaki Allah insanla daha başlangıçta misak/sözleşme yapıyor (Araf, 7/172), bunun için insanı merkeze alan bir müfredat programı oluşturmalıyız, gelecekteki raporumuz "Türkiye'de Yüksek Din Eğitimi Raporu" olacaktır.

 

Değerlendirme yapmamış olursam o zaman nakil olur, bir Eğitimci olarak konuya hakkında görüşlerimi dile getireyim..

 

Söz konusu Din Eğitimi Raporu'nu okumadım, çünkü bugün televizyondan hakkında az bir bilgiye sahip oldum, ama edindiğimde; hemen okuyacağım.

'Ülkemizdeki ilahiyat fakültelerinin Hikmet merkezli çalıştığı' anlayışı son derece doğrudur.   Arap ülkelerindeki şeriat fakültelerinden mezun olanlar;  bu okullara sınavsız giyiyorlar yani Türkiye'de herhangi bir  İlâhiyat fakültesine giremeyen ve üniversiteyi kazanamayanlar,   yakın zamana kadar ülkemizde denklikleri olmayan fakültelere sınavsız giriyorlar, sonra da öyle ya da bu şekilde gelip bizim ilahiyat fakültelerinde -hem de en seçkin olanında-  öğretim üyesi olabiliyorlar,  ülkemizdeki özel üniversiteler de bana göre,  devlet üniversitelerine giremeyen zengin çocuklarının üniversite mezunu olsunlar diye tüccarların oluşturduğu kurumlardır,  tamam olabilir de sonrasında söz konusu özel üniversiteleri bitirenler,  devlet üniversitelerinde hoca bile olabiliyorlar, işte bu durum; eğitim ve öğretimin kanayan bir yarasıdır.   İmam Hatip Liseleri ve diğer  liseler arasındaki 'İmam Hatipli olan ve olmayan' -Sarıyer ve Beşiktaş Güzergâhında otuz beş sene içerisinde on bir tane okulda derslere girmiş birisi olarak söylüyorum-  ayrımına gelince,  yıllardır söylüyorum, çoğunluğu  Müslüman olan halkımız nezdinde  temelde farklı anlayışta nesil yetiştirmez, çünkü her iki kurumdan  mezun olanlar yani farklı kültür alan söz konusu okullarımızdan  mezun olanlar,  etkili konuma geldikleri zaman birbirlerini anlayamadıkları için çalışma programlarını sil baştan değiştiriyorlar. Bunun için daha başlangıçta  şöyle olmalıydı. Bugün olduğu gibi liselerin tamamında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri zorunlu olmalı, Temel Dini Bilgiler, Hz Muhammed'in Hayatı ve Kur'an-ı Kerim gibi seçmeli dersler de yer almalıydı, yani herkes Kur'an ve Sünnet merkezli Din Eğitimi'ni  eşit sayıda almalıydı.  Burada 'ben Din Kültürü ve ahlâk Bilgisi Dersi'ni görmek istemiyorum'  anlayışı yersizdir. Bu anlayış, lâikliğın saģladığı 'inanç ve ibadet hürriyeti' açısından doğru olmakla beraber, bu topraklarda yaşayan herbir kişi inanmamış olsa bile ağırlığı Müslüman olan milletimizin değerleri ile ters düşmemesi açısından 'İslâm Dini'nin bizden ne istediğini?'  bilmelidir. Bunun için geçmişte Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin müfredatta olmaması ya da seçmeli olması, bu bağlamda yanlıştır.  Bizde;  görevde ya da akademik hayatta iken konuşmayıp da emekli olduktan sonra "dil dökme" hastalığı da bir gerçek.  Bu durum; akademisyen ve ilmi disipline karşı korkunç bir yanlıştır.  Bunu sadece bugün konuşan, yani kişi deytumu/ilkesi olmalıdır. Yani kişinin etkili ve yetkili olduğu zamanki çizgisi ile emekli olduktan sonraki çizgisi farklı olmamalı, söz ve eylemlerinde tepeden tırnağa bir tutarlılık oluşturmalıdır. Hani meşhur bir hadis var ya 'arşın gölgesinde Allah'ın özel muamele göstereceği yedi  sınıftan biri de gençliğinden itibaren kalpleri Allah'ın mescitlerine bağlı olanlardır'.  Bu ne demek? Şu demek;  'davranışlarından sorumlu olduğu dönemin tamamındaki çizgisinde tutarlık arz eden kişiler arşın gölgesinde olacak, özel muameleye tabi olacaklar'  demektir..