Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


BİR NİKÂH AKŞAMINDAN

'Simas Haberler'de de yayınladığım bir yazım vardı. Söz konusu yazım tıp biliminin psikoloji alanında istisnaları bir tarafa zayıf ve yetersiz kaldığı ile ilgiliydi. Demiştim ki, siz bazı psikologlar halkın sorunlarını çözüyorsunuz da mı onlar hala daha ısrarla kendilerini hocalara okutuyor?


     Maalesef ki sorunları çözemiyorsunuz/tanı koyamıyorsunuz. Bu nedenle vatandaş da hocaları sevdiğinden değil -aksine siz doktorları daha çok seviyor ama derdine derman olamıyorsunuz- sevmediği halde bir çare bulabilir miyim?' derdi ile onlara gidiyor. Vatandaş keşke cami hocalarına gitse. Üzülerek belirteyim ki fırsat kollayanlara gidiyor ve onlar da bu fursatı ıskalamıyor. Vatandaş şöyle düşünüyor. Olur ya belki bir çare bulurum. 'Denize düşen yılana sarılır' misali.  Ne yapsın?
      Dün akşam bir nikâh kıydım. Nikâh merasimlerinde 'soru ve cevap müzakereli' sohbete girmiyorum. Korkuyorum, çünkü şöyle düşünüyorum. Bir tartışma olur, bu nikah yıkılır ve ben de müsebbibi olurum. Çünkü densiz vatandaşlar var. Bir olay olsun da göbek atayım diye düşünen çok. Ben severim fikri müzakereleri ama burası yeri değildir der ve geçerim. Yoksa bayılırım sorulara. Dün akşamki nikâhı kıydıktan sonra ısrarla bana bir soru geldi. Dendi ki 'bunı Allah mı yazdı? Yoksa birbirleriyle evlenmeyi kendileri mi tercih etti? Ben de dedim ki, ne yapayım? Ben girmemekte ısrar ediyorum siz ise kaşınıyorsunuz? Öyleyse gireyim. Şu hatıramı anlattım. Askerde bir bölük komutanımız vardı. Askerliğimi Şırnak Uludere hudut'ta yaptım. Çadır karakolunda Zaho ve Haftanın karşısında on kilometre hudut tutuyorduk.  Bir sene elektirik görmeden dağlarda kaldık. Askerlerden sivil hayattaki imkânsızlıklarını ve fakirliklerini anlatınca bölük komutanı derdi ki, 'babanın imkânı yok, anladım da kayınpederinin de zenginliği yok mu?' Askerler, 'babamın da yok, kayınpederimin de yok, o da fakir' dediklerinde bölük komutanımız, 'size hatanızı söyleyeceğim, artık sizden geçti, ancak bekârların kulağına küpe olsun ve bu hatayı onlar da yapmasın, babanın fakir olması senin suçun değildir, çünkü babandan oluyorsun ama kayınpederinin fakir olması senin suçundur, fakir kayınpeder seçmeseydin' derdi. Ama çok merhametliydi, hemen devreye girer ve askerlerin dertlerine deva olurdu. Bunun üzerine bana 'hocam yani kader ve kazaya inanmak imanın şartlarından değil mi?' diye sordular. Ben de şunu söyledim.
      Bir defa bu Kamer Suresi'nin 49. Âyetindeki 'Biz her şeyi bir Kaderle yarattık' ifadesi bizim anladığımız anlamda bir gün içerisinde/ömrümüz boyunca yaptığımız tüm davranışların oluşumu ile ilgili değildir. Yani imanın esasları içerisinde kabul edilen 'Kader ve Kaza'ya iman' kavramı değildir. Bu ayetteki kader 'ölçü/yasa' anlamındadır. Canlıların doğup büyüyüp ölmeleri, dünyanın güneş etrafında dönmesi, ayın bu süre içerisinde dünyanın etrafında dönerek güneş etrafında doğal olarak dönüyor olarak süresini bitirmesi, gemilerin denizde yüzdürülmesi, gökyüzünün direksiz ayakta durması, suyun sıfır santigrat derecede donup yüz santigrat derecede kaynaması gibi. Bu ayetteki 'kader' kavramı hayatın devamı için Yüce Yaratıcı''ın
evren içerisine yerleştirdiği değişmez yasalardır. 
     'Bizim gün içerisinde/hayatımız boyunca -iyi ya da kötü- yaptığımız davranışlar bize önceden yazıldı mı? Yoksa bunları biz kendimiz mi yapıyoruz? anlamında bir kader kavramı Kur'an-ı Kerim'de yok. Ancak 'bizim davranışlarımızın nasıl oluştuğu?' ile ilgili Kur'an'da bir sürü ayet var. Bunun için İslàm uleması geçmişte ayetleri süzmüş ve 'bizim davranışlarımızın nasıl oluştuğu?' konusunda görüşlerini belirtmişlerdir. Bu konuda bir sürü ekol oluşmuştur. Ehl-i Sünnet ve diğerleri. Burada şunu açıklamak lâzım. 'Biz Ehl-i sünnetiz' ne demektir? Şu demektir. Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimizden hareketle olayların nasıl gerçekleştiği konusunda görüş belirtilerin yolu demektir. Bu bağlamda 'ben de onun izinden gidiyorum, yeniden yorum yapmayacağım, falanca imamın görüşünü kabul ediyorum' diye mezhepler oluşmuş. Ameli alandaki Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli mezhepleri ile itikadi alandaki Selefiyye, Maturidilik ve Eş'arilik mezhepleri oluşmuş ki bunları toplamına Ehl-i Sünnet deniyor. Ne demek? Bunların her birisinin açıklamaları Kur'an ve sünnete uygundur demek. Amelde Şafi olanlar itikadi/inanç konularında Eş'ariyenin görüşlerini kabul ediyor. Amelde Hanefi olan bizler İtikatta İmam Maturidi'nin görüşlerini alıyoruz. Hambeliler zaten selefidir. Ehl-i Sünnet dışında Mutezile, Cebriye, Kaderiyye Mürcie gibi önde gelen mezhepler de var. Onlar da yorum getirmişler ama onlar Ehl-i Sünnet dışı. Biz onları Ehl-i Sünnet dışı kabul ediyoruz. Onlar kendilerini böyle kabul etmiyor. Vakti ile bu konuda Kuzey Ekspres gazetesinde 'Ehl-i Sünnetiz Diyoruz Ama Mutezili Davranıyoruz' başlıklı bir yazı yazmıştım. Ehl'i Sünnet olduğunu iddia edenlere bakın -burada radikal kesimleri kastediyorum-, davranışları 'hep mutezili uygulama'dır. Bu ayrı bir konu. Şimdi bu konuya niye girdiğime gelelim.
       Bizim hayatımız boyunca yaptığımız iyi ya da kötü bütün davranışlarımızın nasıl ortaya çıktığı konusunda Ehl-i Sünnet mezhepleri arasında bile ittifak yok. Yani bu davranışlar bize önceden yazıldı da günü geldiğinde bunlar gerçekleşiyor mu? Yoksa Allah bunları bize yapma imkanını verdi de biz mi yapıyoruz? Bu konuda Ehl-i Sünnet bile ittifak edemedi. Vatandaşın psikolojik sorunları çözemeyen bir çok doktor gibi 'davranışlarımızın nasıl oluştuğu?' konusunda Ehl-i Sünnet mezhepleri de fikir birliğinde değiller. Bu konuda Eş'ariye Külli/Allah'ın iradesinin hakimiyetini kabul ediyor. Maturidiyye ise Külli iradeyi kabul etmekle beraber Cüz'i/kulun iradesinin ağırlığını benimsiyor. Burada 'biz peygamberimizden nasıl gördüysek aksine düşünemeyiz' diyen Selefiye de var ki 'bu konular üzerinde tevil/yorum yapılmaz' diyor. Onlar da çözememişler bu konuyu. Yani bu gençleri birbirlerine Allah ezelde yazdı mı? Yoksa kendi iradeleri ile mi evlendiler? Bu konuyu kimse çözemedi ki. Herkes farklı telden konuşuyor. Ehl-i Sünnet mezhebleri bile kendi içerisinde farklı izahlar getiriyor. Zaten Peygamberimiz buyurmuş ki 'bu kaderle ilgili konularda fazla girmeyin'. Çünkü işin içerisinden çıkamazsınız, bu konulara fazla dalarsanız kafayı sıyırabilirsiniz. Evet, sen de bu konuda düşün ama işin içinden çıkamayınca 'ne yapayım, doğrusu herhalde böyledir, hayırlısı böyleymiş, olanda hayır vardır' de ve işin içinde sıyrıl. Zaten 'şer/kötü sandıklarınız iyi, hayr/iyi sandıklarınız kötü olabilir' (Bakara Suresi 216. ayet)i de var ya. Bunu zamana bırakmak gerekir. 
     Hülâsa, 'davranışlarımızın nasıl oluştuğu?' konusunda yeterli ve ikna edici açıklamalar yapılabilse ve bu konular çözebilseydi bu kadar ateist olmazdı. Diğerlerini geçtim,  maalesef ki Ehl-i Sünnet mezhepleri bile bu konuda ittifak edemedi.
      Kimse kusura bakmasın. 'Kayıtsız şartsız sorgulamak ve çıkan sonuç beklentimizin aksine de olsa bunu objektif olarak duyurabilmek', ilmi disiplin gereğidir. Ben de bu terbiye gereğince düşüncelerimi söyledim..
.

LÖSEV BAĞIŞLARINIZ İÇİN