Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


ASIL SÖYLEMEMİZ GEREKEN..

En son İsveç'teki Kur'an-ı Kerim yakma olayından dolayı haklı olarak sert sözlerle tepki verdik. Önceki yıllarda Danimarka'da da sözde karikatürler yapılarak güya Peygamberimize yakıştırılmak istenmişti. Bu menfur hakaretler bitmiyor. Çünkü basına yansıdığı kadarı ile 'söz konusu fâil, Danimarkada da Kur'an-ı Kerim'i yakarak hakaret etmiş'.


 Malum hakaretler karşısında haklı olarak tepki veriyoruz. Verdiğimiz tepkilerde şiddetten uzak kalmak konusunda da titizlik gösteriyoruz. Çünkü biliyoruz ki Yüce Yaratıcı bu konuda, 'Allah'tan başkasına tapanlara sövmeyin, onlar da bilgisizlik yüzünden sınırı aşarak Allah'a söverler' (En'am Suresi, 108. âyet) buyurarak dikkatimizi çekmiştir.  Ancak tepkilerimizdeki 'lânetliyorum, kınıyorum, sabrımızı taşırma..' gibi sözlerimiz, güzel ama yetersizdir. Hani bir laf var ya; 'söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı' diye. Sözden daha tesirli bir silah yoktur ve söyleyecek sözü olmayanlar şiddete başvurur.  Demek ki, şiddete başvuran ve taşkınlık yapanlar, hep cahil/bilgisiz kişilerdir. Sadece savunma amacı taşıyan muharebelerinde Peygamberimiz askerlerine; 'çocuklara, yaşlılara, hastalara ve hastanelere dokunulmaması, yeşile/tabiata ve ibadet mekanlarına zarar verilmemesini' tembihlemiştir.

       Konuyu izah edebilmek için kutsal metinlerin tarihi oluşumuna özet olarak değinmenin yaralı olacağı kanısındayım. Tevrat', Hazreti Musa döneminde, ''İncil' de, Hz İsa döneminde yazılmamış ve ezberlenmemiştir. Yani bu iki kitabın hafızı yoktur. 'İncil', Hz. İsa'nın vefatından üç asır sonra yani Miladi 325 yılında başlanarak sekiz tanesi İznik'te olmak üzere, Efes -Yuhanna İncili Yuhanna tarafından Selçuk'ta yazılmış ve mezarı da Selçuk Kalesi içerisindedir-, Kadıköy ve İskenderiye kiliselerindeki konsiller/toplantılar sonucunda,  İncil'den ezberinde bilgileri olanların okuması sureti ile oluşturulan gündemle ilk aşamada 'yüz ellinin üzerinde' İncil nüshası oluşmuş -bu sırada muhtemelen muhalif görüş serdeden üç tane din adamı papaz da İznik'te îdam edilmiştir-, müzarekelerin nihayetinde de 'Matta', 'Markos', 'Luka' ve 'Yuhanna' olmak üzere dört tane İncil'de  karar kılınmıştır. 

      Kur'an-ı Kerim ise; Peygamberimizin yirmi üç yıllık peygamberlik hayatı döneminde nazil olarak Efendimiz tarafından insanlık kamuoyuna duyurulmuştur. Kur'an-ı Kerim bu süreçte; hem Peygamberimiz tarafından ezberlenmiş, hem yazıya dökülerek kayda geçirilmiş ve hem de hafızlar tarafından ezberlenerek günümüze kadar gelmiştir. Kur'an-ı Kerim; Hz. Ebubekir tarafından günün imkânları nisbetinde ciltlenmiş ve Hz. Osman döneminde de örnekleri çoğaltılarak toprakları yeni fetihlerle genişleyen İslàm Coğrafyası'ndaki Mekke, Medine, Kûfe, Basra, Bağdat, Şam ve Kahire gibi şehirlerdeki kütüphanelere gönderilmiştir. Bugün değişik şehirlerde olduğu gibi Kur'an-ı Kerim'in ilk örneklerinden biri elimizdedir. 'Hz. Osman'ın Musafı' esas alınarak yazılan Kur'an'ın ilk nüshalarından olan Kahire'deki 'Mushaf,  Yavuz Sultan Selim Mısır'ı fethinden sonra kutsal emanetlerle beraber İstanbul'a getirildi. İşte bu Kur'an-ı Kerim, Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesinde'dir.  Kur'an-ı Kerim; Peygamberimiz döneminden beri ülkemizde de çok önemsenen 'Hafîzlık Müessesesi' marifeti ile ezberlenerek günümüze kadar ulaştırılmış ve bu şekilde yeryüzündeki bütün Kur'an-ı Kerim nüshaları arasında yeknesaklık sağlanmıştır. Kur'an-ı Kerim'deki, 'Zikr'i/Kur'an'ı biz indirdik, O'nu biz koruyacağız' (Hicr Suresi, 9. Âyet)'inde de açıklandığı gibi, yukarıda sözünü ettiğimiz yöntemlerle Kur'an-ı Kerim korunmakta ve ilk günden beri aslını muhafaza etmektedir. Kur'an'ın ilk nüshası elimizde olduğu, hafızlar tarafından ezberlendiği ve dünyadaki bütün Kur'anlar arasında metin bazında yeknesaklık bulunduğu için, 'kimse aklını peynir ekmekle yemedi' ki bir ayeti metin olarak Kur'an'dan çıkarabilsin. Ancak bizler de Kur'an'ı şöyle tahrif ediyoruz; Kur'an'ın elbette metninde herhangi bir değişiklik yapamıyoruz, ancak bizler de Kur'an'ın uygulamasını tahrif ediyor ve bozuyoruz. Şunu demek istiyorum, Yüce Yaratıcı'nın Kur'an'daki öğretilerini uygulamadan kaldırıyoruz. Yani Kur'an-ı Kerim'deki, 'çalışmak, adalet, haklara riayet, komşulara iyi davranmak, hiçbir cana kıyamamak, zekat vermek, gıybet etmemek, iftira atmamak, kibirlenmemek, zanla konuşmamak, tecessüs/özel halleri araştırmamak, zekât vermek, çalışmak, abdest almak, namaz kılmak' gibi Yüce Yaratıcı'nın bize olan emirlerine duyarsız kalarak; 'Kur'an'ın uygulamasını değiştiriyoruz.

       Geçmiş dönemlerde kutsal kitaplardan kopan insanoğlu, huzur ve mutluluk getireceğine inandığı ideolojilere saplandı. Ancak sonunda anladı ki; ne 'her şeyin devlet egemenliğinde olduğu'  komünizm, ne 'eşit paylaşım' diye ortaya atılarak alın teri karşı kazanım edinmeyi inkâr eden sosyalizm insanlığa huzur getirebildi. Kapitalizm ise; sınırsız servet edinme ile, zengini daha zengin fakiri daha uçuruma atan bir ideoloji olarak insanlığı kemiriyor. Kısa sürede bunu farkeden insanlık, önünde tek çare olarak kalan dine dönüşe başladı. Din adına da, 'Dünya Dönüyor' diyen Galileo'yu aforoz eden Kilise, bu sınavı verememişti. Sonuçta gözler 'Allah katında din olan İslam'a' (Âl-i İmran Suresi, 19. Âyet) ve son kitab olarak, 'insanlığı cahiliye karanlığından bilgi aydınlığına kavuşturmak için Peygamberimizin şahsında insanlığa indirilen Kur'an-ı Kerim'e (İbrahim Suresi, 1. Âyet) çevirdi. Çünkü İslam Dini; söz konusu ideolojilerin hilafına, alın terini inkar etmeyerek istediği kadar servet sahibi olunabileceği ancak bunu sadece kendi tekelinde tutmayarak zekat, İnfak ve sadaka ile fakirlerle de paylaşacak bir anlayış geliştirmiştir.  İnsanlığın yegâne kurtuluşu olarak dünya ve ahirette mutluluğa erişim yolunu gösteren Kur'an-ı Kerim'e (Bakara Suresi, 2. Âyet ve ilgili diğer âyetler) insanlığın rağbetini engellemek için İslâm Dünyası dışındaki yöneticiler, zenginler ve din adamları el ele vererek bir seferberlik ilan ederek önceden  hazırladıkları senaryoları dünyanın değişik bölgelerinde uygulamaya koyarak 'Müslümanları; terörist  ve İslam Dinini de; terörü besleyen bir din' olarak göstermek istiyorlar. Onların bu bağlamdaki çabalarının son girişimi olan 'Kur'an-ı Kerim'i yakılması hadisesinin arka planında da 'Türkiye’miz üzerindeki çirkin emellerinin'  yanında bu düşünce de ağırlık teşkil ediyor. Bendeniz burada onların bu tür girişimleri karşısında yapmamız gereken iki tane hususu zikredeceğim. Kimse kusura bakmasın da verdiğimiz tepkilerde, 'lanetliyorum ve kınıyorum' sözleri güzel olmakla beraber yeterli değildir. Zaten gerektiği kadar etkili de olmuyor.

        Bu konuda ilk yapacağımız görevimiz şudur; öncelikle biz Müslümanlar; Kur'an-ı Kerim'i anlayıp hayata uygulamalıyız. Böylece inanan inanmayan bütün insanlığın, 'işte Müslümanlık budur, dünyada mutluluğa ancak bu şekilde ulaşılabilir' diye örnek alacağı bir yaşantıyı ortaya koymamız gerekir. Yoksa Kur'an'ın dediklerini yaşamadığımız sürece, insanlığı buna inandırmamız da kolay kolay mümkün görünmüyor.

      Yapılacak ikinci görevimiz ise; bu sütunlarda Kur'an-ı Kerim konusunda yaklaşık bir sene önce kaleme aldığım yazımda da değindiğim gibi, zaman zaman Kur'an-ı Kerim'e ve Peygamberimize yapılan hakaretler sonrasında,  'kınıyorum ve lanetliyorum' demekle yetinmemeli ve bu sözlere patenti bendenize ait olan şu sözler de ilâve edilmelidir. 'Kur'an-ı Kerim, yaktığınız o yapraklardan ibaret değildir. Siz; Kur'an-ı Kerim'in yapraklarını yakabilirsiniz ama Kur'an-ı Kerim'in kâğıtlardan ibaret değildir. Aksine Kur'an-ı Kerim'in getirdiği mefhum ve O'nun evrensel mesajı önemlidir. Siz, bu hakaretamiz eylemlerinizle Kur'an-ı Kerim'in mefhumunu ve insanlığa getirdiği evrensel mesajını yakamazsınız. Ve de O'nu yok edemezsiniz. Boşuna uğraşmayın ve komik işler yapmayın. Çünkü; 'fakir olan gayr-i Müslimlere bile zekât/sadaka vererek yardım etmeyi Müslümanlara görev olarak yükleyen -âyetin bu kısmına geleneksel anlayışta 'mensuhtur' anlayışı geliştirildi ki bu hususa katılmayanlardanım ve bu ayrı bir yazı konusudur-' (Tevbe Suresi, 60. Âyet)  Kur'an-ı Kerim dışında, insanlığı bu dünyada mutluluğa ulaştıracak ne bir ideoloji ve ne de bir kitap vardır. Öyle ki; sözde karikatürlerle güya gölge düşürmeye çalıştığınız ancak 'Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed'in (Enbiya Suresi, 107. Âyet) gayr-i müslim bir komşusunun fakir haline üzüldüğü için, 'komşusu açken, tok yatan bizden değildir' diye dillendirdiği  evrensel mesajını da yakamazsınız. Yine Peygamberimizin bir gayr-i Müslim’in cenazesi geçerken, 'Müslüman değil ki, niye ayağa kalktın? Yà Rasûlellah' diye yadırgayanlara rağmen, "insan olduğundan ötürü" ayağa kalkarak saygı gösterdiğini belirten  Hz. Muhammed'in bu evrensel uygulamasını da yok edemezsiniz.

       Özetle bizler, öncelikle Kur'an-ı Kerim'in bizden istediklerini yaşayarak insanlığa örnek olalım. 'Allah'ın nurunu tamamlayacak olması' (Saf Suresi, 8. Âyet) da; bizim gayretimiz olmadan olacak değildir. Kur'an-ı Kerim'in yaprakları; her ne kadar yakılsa da, O'nun mefhumu ve evrensel mesajı yok edilemez. Olmayanlarımızı tenzih ediyorum, 'çok medenidir, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini oluşturdular' diye önlerinde nerede ise saygı duruşuna geçtiğimiz batılılar; istisnaları bir yana, Mehmet Akif'in dediği gibi, 'tek dişi kalmış canavarlık'; zihinlerinin arka plânında gerektiğinde kullanmak üzere, her zaman vardır. 

       Zaten böyle olanlardan da, 'Kur'an-ı Kerim'e saygı' beklenmez..