Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


ALLAH’IN SEVGİSİNE KURBAN OLMALI

​​​​​​​  Kameri takvimle Zilhicce ayında eda edilen Kurban İbadeti, sözlükte; yakın olmak, ulaşmak, sevgiye layık olmak vb. anlamları içeriyor. 


İslam İlahiyat Literatüründe ise; dar anlamda, belirli hayvanlarla fakirlerin et ihtiyaçlarını, geniş anlamda da, fakirlerin veya toplumun bir eksikliğini gidererek Allah’ın sevgisine kurbiyyet/yakınlık kazanmak demektir.

      Kurban'ın, fakirlerin et ihtiyacını karşılayarak Allah'ın sevgisine  yakınlaşmak anlamındaki kullanımını Süleyman Çelebi'inin mevlidin Mirac Bahrinde, namazın 'tüm ibadetleri içerdiği, Allah’a yakınlık ve ulaşımı da sağladığı' anlamında şu enfes dizelerinde görüyoruz;

“Her kaçan kim bu namazı kılalar, cümle gök ehli sevabın alalar,

 Çünkü her türlü ibadet bundadır, Hakk’a kurbiyyetle vuslat bundadır”.

Bu bağlamda kan bağımız olan yakınlarımıza da 'akraba' diyoruz. Kuran'ın 'feda etmek' anlamındaki örneğini ise; sevdiklerimiz için kullandığımız, 'uğrunda her şeyimizi verebileceğimiz anlamında', ‘kurban olayım sana, ya da uğrunda kurban olurum’ şeklinde duygusallık karışmış ve gerçeklikten uzak olan ifadelerde görebiliriz. 

       Kurban; Müslüman, akıllı, ergenlik dönemine girmiş, hür ve nisab miktarına malik yani borçlarını düşüp ve geçim parasını ayırdıktan sonra günün kurunda seksen 80.18 gram altın değerinde üzerinden bir yıl geçmiş kullanmadığı birikimi olanlara görevdir.  Kur’anda bir mü'minin ikamet ettiği bölgede (Hac, 22/32-37) ve  Hac ibadeti sırasında yerine getirilmesi gereken bir ibadet (Hac, 22/28 - 29) olarak anlatılan Kurban, Peygamberimiz'in uygulamasında da yerini almıştır. Kur’andaki, ‘Biz her ümmete hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık. İlahınız tek bir ilahtır. Öyle ise, O’na teslim olun. samimi ve mütevazi olanları müjdele’ (Hac, 22/34) öğretisi bize, insanlık tarihi boyunca her toplumda kurban kavramının var olduğunu öğretiyor. Yani Kurban; Hz. Ademin çocukları ile başlamış ve insanlık Kurban Kavramı'nı onun çocukları ile tanımıştır (Maide, 5/27). Hz. Âdem'in iki çocuğu arasındaki –kaynaklarda Habil ve Kabil diye yer alan isimler Kur'an'da geçmez- anlaşmazlığı çözmek için Yüce Yaratıcı Hz. Adem’e, ‘çocuklarına birer kurban adamalarını önererek kurbanı kabul olanın haklı olduğunun kabulü ile bu sorunu çözüme kavuşturabileceğini ona vahyetmiştir.

      Bildiğimiz gibi zaman içerisinde kurban kavramı ekseninden kaydırılmıştır. Kaynaklarda yer aldığına göre aşırı sıcak, aşırı soğuk ve sel gibi tabiat olayları gerçekleştiğinde insanlıktan bazıları,  'Tanrı bize kızdı,  en değerli varlığımızı hatta en çok sevdiğimiz  çocuğumuzu ona feda edelim -kendilerine göre "kurban vermek"- de sinirinden vazgeçsin' düşüncesi ile kurban kavramını amacından saptırmışlardır. İşte Kur'an-ı Kerim'de anlatılan Hz İbrahim ile oğlu arasındaki konu, kurbanın yeniden asıl güzergahına döndürülmesi hâdisesidir. Hz. İbrahim ile çocuğu'nun karşılıklı konuşmasının anlatıldığı (Saffat, 37/100-110) olay aynı zamanda, O’nun özü ile sözünün uyumluluk arz etmesinin bir sınanmasıdır ki bu olay bize; verilen sözlerde durulması, sonradan, 'sözlerim çarpıtıldı ve  ben bunu demek istememiştim' mazeretine sığınmadan arkasında durulabilecek sözlerin sarf edilmesi gerektiği,  kişinin iç dünyası  ile dış görüntüsünün uyumluluk arz etmesi  ve insandan değil, belirli hayvanlardan kurban olacağının İbrahim peygamber ve oğlu nezdinde bir öğretisidir. Evlat sahibi olursa ‘en değerli şeyini bile feda edebileceğini’ söyleyen Hz. İbrahim'e Yüce Yaratıcı; ‘sözlerini  yerine getirmesini hatırlatarak’ sadece bir sınama yapmıştır. Hz. İbrahim’in sözünü yerine getirmek istemesindeki ciddiyeti üzerine de Yüce Yaratıcı, ‘bir koç kesmesini’ kendisine önermiş ve ‘İnsanın değil, hayvanın kurban edileceğini’ hem öğretmiş ve hem de emretmiştir. Halk arasında, ‘Hz. İsmail kurban edilseydi –yahudi kaynaklarda Hz. İshak olarak geçer- ; erkek çocuklar kesilecekti’ anlayışı var ki bu; yanlış bir algıdır. Şayet erkek çocuklar kurban edilmiş olsaydı, insanlık nasıl çoğalacaktı ki? Halk arasındaki ‘bu sırada gökten koç indi’  anlayışı da doğru değildir. Bu sırada gökten niye  koç insin ki? Çünkü Kurban İbadeti; Hz. Adem’in çocukları ile başladığı için, o sıra zaten bilinen ve uygulana gelen bir ibadetti ve böyle bir mucizeye de ihtiyaç yoktu. Yüce Yaratıcı, Hz. İbrahim’e sadece bir koç alıp kesmesini emretmiştir. Burada bilinmesi gerekeni tekrar etmekte fayda var. Yüce Yaratıcı Hz. İbrahim’e ‘adakta bulun, çocuğunu kurban et’ diye asla bir tavsiyesi yoktur. Hz. İbrahim’in adağı üzerine Cenab-ı Hak, bizlere adeta; ‘peygamberi ki özü sözü bir mi? diye sınıyorum, öyle ise sizler de; makul söylemlerde bulunun, sonradan pişman olup da sözlerim çarpıtıldı, montaj var gibi mazeretlere sığınmayın’ mesajını veriyor. Bir saldırı olduğunda bizim  canımızı, ailemizi, malımızı, vatanımızı, bayrağımızı, dinimizi, kısaca bütün değerlerimizi koruyabilmemiz için bir savunma mekanizmasına gereksinimiz kaçınılmazdır ve bu bakımdan gerektiğinde 'kan dökecek' cesareti gösterebilmemiz; genlerimize yerleştirilmiştir (Bakara, 2/30).  Aksi takdirde bizler için çok öneme hâiz olan bu değerlerimizi koruyamayız. İşte yaratılışımızda var olan bu 'kan dökme dürtüsünü' gerektiğinde kullanalım, onu bunu yok yere doğramayalım diye daha başlangıçta hamurumuzda  var olan bu saldırganlık yönümüz için tedbirler de alınmıştır. Bu doğrultuda, 'bir cana kıymanın tüm insanlığı öldürmek' (Mâide, 5/32), 'bir mü'mini kasten öldürmenin; ebedî cehennem olduğu' (Nisâ, 4/93)  öğretisinin yanında,  kurban kanı akıtarak da psikolojik bakımdan 'meşru zemin oluştuğunda kullanmamız şartı' ile daha yaratılışımızda bedenlerimize işlenen  'kan dökme gereksinimi' tatmin edilmiş ve dengede tutulmuş olmaktadır.

 

       Elbette ki kurban’ın çift tırnaklı, geviş getiren ve ot obur büyük ve küçük baş hayvanlardan olacağını,  asgari bir yaşındaki koyun ve keçinin bir kişi için, en az iki yaşındaki inek, manda ve hemcinsleri ile beş yaşına ulaşmış devenin birden yediye kadar ortaklıkla kesilebileceğini, kurbanın etinin önemli bölümünü fakirlere, bir kısmını eşe dosta, geriye kalan diğer kısmını da kendi evine bırakmak gerektiğini ve kurbanın  bayramın ilk üç gününde ifa edildiğini,  teşrik tekbirlerini arefe günü sabah namazından başlayarak farz namazlardan sonra bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar getireceğimizi bilmeyenimiz yoktur.

       Her ibadette olduğu gibi kurban ibadetinde de samimiyet çok önemlidir. Bunu da, ‘onların ne etleri ve ne de kanları Allah’ ulaşır. O’na ulaşan ancak  sizin takvanız/samimiyetinizdir’ (Hac, 22/37) ayetinden anlıyoruz. Kısacası kurban Allah dışındaki yedek tanrıları gönülden temizleme ve tevhid/tek Allah inancını ifade etmenin bir nîşânesidir. Bunun için her ümmete/millette kurban kesmenin emredilmesinin anlatıldığı ayet, ‘İlahınız tek bir ilahtır. Öyle ise, O’na teslim olun, samimi ve mütevazi olanları müjdele’ (Hac, 22/34) şeklinde bitmektedir. Hz. Musa’nın Tur-i Sinaya çıktıktan sonra kavminin buzağıya tapınması (Bakara, 2/54) sonrasında, kendilerine bu sığırı kesmelerinin emredilmesi (Bakara, 2/67) aslında, Yüce Yaratıcı'nın onlardan 'gönüllerini Allah dışındaki yedek tanrılardan soyutlamalarını' istemesidir.

       Zilhicce ayında fakirin et ihtiyacını gidermek veya başka zamanlarda 'İnfak' Kavramı gereğince onun bir ihtiyacını karşılamak; Allah’ın sevgisine  kurbiyyeti yani yaklaşmayı şüphesiz  gerçekleştirecektir. Çünkü Peygamberimiz; ‘insanların en iyisi; başkalarına faydalı olanıdır’ buyurmuştur..

       Herkese hayr'lı bayramlar..