Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


18 Mart 1915..

Her yıl '18 Mart Günü' geldiğinde, duygularımız birden kabarıverir. Çanakkale ile ilgili yazılan yazılarda adeta anonim hale gelmiş olan,


 'Çanakkale Meydan Muharebesi', 'Çanakkale Zaferi' ve 'Çanakkale Mahşeri' gibi başlıkların atıldığını sıkça görürüz. Ben de daha önce '18 Mart 1915'in yıl dönümü ile ilgili olarak yazdığım yazılarda, 'Umarım Bize Haklarını Helal 'Ederler' başlığını kullanmayı çok yeğlerdim. Bugün ise '18 Mart 1915' başlığını kullanmayı tercih ettim. Şimdiye kadar 18 Mart 1915'le ilgili çok şiir kaleme alınmıştır. Elbette ki bunlardan her biri diğerinden güzel ve çok anlamlıdır. Ancak bendeniz ise söz konusu eserlerin ikisinden çok etkilenirim. Bunlardan Mehmet Akif'in 'Çanakkale Destanı' gerçekten eşsizdir. Necmettin Halil Onan'ın, 'Bir Yolcuya' başlıklı şiiri de çok ve çok anlamlıdır. Söz konusu şiirin ilk iki mısrası Gelibolu Yarımadası'nın Ege Denizi'nden girişinin en uç tarafına kazınarak adeta  ziyaret eden herkese, 'dikkat edin, bu topraklar; sıradan toprak parçası değildir, bir vatan kalbi burada atmıştır' eğitimini verirken mülevves/kirli emelleri olanlara da, 'dikkatli ve akıllı olun, burası bir devrin battığı yerdir, kötü niyetleriniz varsa boşuna uğraşmayın' mesajını vermektedir.

Daha kısa olması nedeniyle 'Bir Yolcuya' başlıklı şiiri buraya alıyorum.

 

'Dur Yolcu, bilmeden gelip bastığın bu toprak, 

 Bir devrin battığı yerdir.

 Eğil de kulak ver, bu sessiz yağın,

 Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

 Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda

 Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda

 İstiklal uğrunda, namus yolunda,

 Can veren Mehmed'in yattığı yerdir.

 Bu tümsek, koparken büyük zelzele,

 Son vatan parçası geçerken ele,

 Mehmed'in düşmanı boğduğu sele,

 Mübarek kanını, kattığı yerdir.

 Düşün ki haşrolan, kan, kemik etin,

 Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,

 Bir harbin sonunda, bütün milletin, 

 Hürriyet zevkini, tattığı yerdir'.

 

       Sarıyer Vehbi Koç Vakfı Lisesi’nde derslere girdiğim dönemde 'Çanakkale şehîdlerini Anma Programı' sebebi ile okulun konferans salonunda yaklaşık yedi yıl önce yaptığım konuşmamdır. ‘Çanakkale Zaferi’nin Yüz Sekizinci Yıl dönümü’ sebebi ile sizlerle de paylaşıyorum.

       Sayın müdürüm, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin yoğrulmasında büyük emeği olan elleri öpülesi saygıdeğer öğretmen arkadaşlarım, değerli misafirler, saygıdeğer basın mensupları ve sevgili öğrenciler.

Huzurlarınızda bulunuyor olmamı; sizlere konuşma yapmak olarak değil de, Hz. Ebubekir’in halife seçildiğinde yaptığı konuşmada, ‘en iyiniz olmadığım halde buraya getirilmiş durumdayım’ sözündeki duygular ve sizlerle bir iki hatıra ve düşüncesini paylaşmak olarak değerlendirmenizi istiyorum. Anlam dolu günlerde yapılan konuşmalara, ‘çok heyecanlıyım, ne söyleyeceğimi bilmiyorum’ diye adeta gelenekselleşmiş bir cümle ile de başlandığı olur. Evet bugün duygu yüklü bir gündeyiz ve hepimiz heyecan doluyuz.

       Yıllar önce Sarıyer Müftülüğü olarak 'Çanakkale Şehîdliği'ne gezi düzenlediğimizde, şehîdliği gezebilmek için yarımada içerisinde doksan kilometre yapmak gerektiği ve buranın yerleşime açık olduğunu görünce çok şaşırmış, eski bir Genel Kurmay Başkanımız’ın, ‘Çanakkale’ye her gittiğimde oradaki şehîdler, taşlar, ağaçlar, kuşlar ve top yekün çevre ile konuşur gibi olurum’ sözü aklımıza geldiğinde çok duygulanmış ve 'Şehîdler Abidesi’nin yanına gittiğimizde de duygularımız daha da kabarmış ve âdeta doruk yapmıştı. Öyle ki sözlerimi ma’zur göreceğiniz ümidi ile söylüyorum, 'her yerde bir şehîd yatıyor, her yerde bir şehîd var' düşüncesi ile inanın ‘ihtiyaç görmeye bile korkar olmuştuk’. Bu sırada seksenli yıllarda Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi lisans döneminde öğrenci iken yaşadığımız bir olay aklıma gelmişti. On sekiz Mart yine böyle bir Çarşamba gününe tevafuk etmişti. Mehmet Akif’in şehîder onuruna kaleme aldığı ‘Çanakkale Destanı’nı ta’b eden o günkü bir gazete elimizde olduğu halde sınıfa girmiştik. Elimizdeki bu gazeteyi gören Mantık Dersimiz'e de giren Felsefe Dersi Hocamız Hâfîz Doç. Dr. Hasan Küćük Beyefendi; birden dersi bırakarak, 

 

‘Şu boğaz harbi nedir, var mı ki dünyada eşi? 

 En kesif orduların yükleniyor dördü, beşi’ 

diye 'Çanakkale Destanı'nı ezbere okumaya başlamış, şehîdleri koyacak yer olmadığını anlatan,

 ‘Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın,   

  Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın’ 

 

mısralarında ses tonu giderek yükselmiş, ve 

 

 ‘Ey şehîd oğlu şehîd isteme benden makber,

  Sana âğûşunu/kucağını açmış, duruyor Peygamber'

 

mısrası ile destanı bitirirken ise, adeta 'Coştum yine dalgalanıyorum ben'  türkü sôzlerinde de anlatıldığı gibi kendinden geçerek sesi koridorlara yansırcasına ve tüylerimizi diken diken edercesine, ‘anası şehîd, babası şehîd, ecdadı şehîd, şehîd oğlu şehîd’ diye haykırarak, bu milletin alevisi, sünnisi, türkü, kürdü, lazı ve tüm unsurları ile Muğlası’ndan Artvin’ine, Edirnesi’nden Diyarbakırı’na, Hakkârisi'ne varıncaya kadar topyekün bir mücadele ile tarih yazdığını, ellili yıllarda şehîderin onuruna 'Şehidler Âbidesi’nin yapılabilmesi için, 'Şehîd Bedenleri'nin başka yerlere nakledilmesi zorunluluğu' ile temel atma serüveninin aylarca sürdüğünü söylemişti bizlere Hoamız.

       Mehmet Akif’e göre 'İslam’ın daîm olabilmesi için' savunma amacı taşıyan iki tane mücadele vardır'. Bunlardan biri 'Bedir Muharebesi', diğeri de 'Çanakkale Meydan Muharebesi'dir. Pygamberimiz Bedir’e çıkarken 'Fiîlî Dua'nın yanında, ‘Ya Rab. Şayet bugün bu ordu galip gelemezse, sana ibadet edecek bir kişi bile kalmayacak’ diye 'Sòzlü Dua' da etmiş ve müslümanlar buradan galibiyetle çıkmışlardı. Bunun gibi haçlı ordusu şayet Çanakkale’yi geçmiş olsaydı, sadece Anadolu’ya yerleşmekle kalmayacak, ‘Tek Allah İnancı’ anlamındaki İslàm'da Tevhid İnancı'nın nîşânesi olan Kabe’yi de gidip yok edeceklerdi. Bunun için Akif Çanakkale Destanı'nda;

 

‘Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i, Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi’ 

 

mısralarına yer verir. İslam Dünyası’nn yirminci yüzyıldaki en büyük düşünürü ve bizim Mehmed Akif’le muasır da olan Pakistanlı meşhur şâir Muhammed İkbal, ünlü Lahor Meydanı’nda yaptığı konuşmada Pakistan Halkı’nı ve İslam Dünyası’nı Çanakkaleye destek olmaya davet ederken Mahşer Günü hesap verirken söyleyeceklerini onlara şöyle örnekler; “Allah’ın huzuruna çıkacağım zaman Peygamberimizle karşılaşacağım ve bana soracak. ‘Muhammed İkbal, nereye gidiyorsun, görevlerini yaptın mı? Ben bu soruya, ‘Yâ Rasûlellah, Allah’ın Huzuru’na çıkacağım,  ama görevlerimi gerektiği şekilde yapamadım’ diye cevap vereceğim. Peygamberimiz, ‘Peki öyle ise neyine güvenerek Allah’ın huzuruna çıkacaksın?’ dediğinde Peygamberimiz'e, ‘Müslüman Türkler’in Çanakkale’de İslam’ın var olması için akıttıkları kanı gördüm, O’na güveniyorum’ cevabını vereceğini söyler. 

      İki binli yıllarda Çin’in Ukrayna’dan 'müze yapacağını' söyleyerek satın aldığı ancak şimdi "uçak gemisi yaptığı"  'Varyag' isimli gemi, İstanbul Boğazı’ndan geçerken o günlerde derslere girdiğim bu okulda/Vehbi Koç Vakfı Lisesin'deki 'Süper Lise öğrencilerimizle' boğazın rıhtımına çıkarak geminin geçişini seyrediyorduk. 'Varyag' isimli gemi tam önümüzden geçerken o günkü öğrencilerim, ‘hocam ne hissediyorsunuz?’ diye sorunca, onlara, ‘hiçbir şey hissetmiyorum, benim için hiçbir anlam da ifade etmiyor, şayet siz bu gemiden daha üstün ve donanımlılı olanını inşa edip ülkemize kazandırırsanız o benim için çok anlamlı olur, çünkü onda kendimizi görürüz, bu kabiliyet sizde fazlası ile var’ demiştim. Bir Japon eğitimci şunu söylüyor, 'biz Japonlar, gençliğimizi Hiroşima ve Nagazaki’ye getirerek, “gençlerimize, ülkemiz için çalışmadıklarında; yeniden atom bombalarını yeme tehlikesinin her zaman devam edeceği’ şuurunu kazandırırız. Türkler de gençliğini Çanakkale’ye götürmelidir'. Yani söz konusu Japon eğitimci şu denmek istiyor, ' 'Gençlik, ülkeleri için çalışmadıkları ve ‘muasır medeniyet seviyesine ülkeyi çıkarmadıklarında; 'haçlıların bu topraklardaki kötü emelleri bitmeyeceği için' bu şuur gençlere kazandırılmalıdır'. Okulumuzun Tarih Öğretmeni Beyhan Sertel Aksop ve Fizik Öğretmeni Mustafa Yetiş öğretmen arkadaşlarım bana bu görevi önerdikleri ve Müdür Maksut Balmuk Bey de bunu onayladığında, ‘Eyvah, dakikada metre kareye altı bin merminin düştüğü ve Mustafa Kemal Atatürk'ün yarbay rütbesi ile Conk Bayırı'nda görev yaparak yıldızlaştığı, Daru’l Fünun, Galatasaray Lisesi, İstanbul Lisesi ile Anadolu’da pek çok lisensin son sınıflarını şehid olarak me’zun ettiği Çanakkale’yi konuşmak, bana mi kaldı?’ diye düşünmüştüm. Bizim 'ya tarihle övünüp durmak ya da onu tamamen inkar etmek'gibi bir zaafımız var. Oysa ki geçmişi iyi analiz edip geleceği ona göre şekillendirmek gerekir ki Çanakkale’yi de bu çizgide anlamak gerektiği kanısındayım. 'Çanakkale Meydan Muharebesi'nin hazırlığını Enver Paşa ve ordularımızın komutanlığını da Esat Paşa gibi komutanlar yapmıştır. Malüm olduğu üzere bu muharebeye 'İtilâf Devletleri'ne/dünya karmasına karşı, 'İttifak Devletleri' olarak Almanya ile beraber katıldık. Ve Çanakkale Meydan Muharebesi'nin genel komutanı da Alman 'Limon Von Sanders'di.

      Sabrınızı daha fazla taşırmadan konuşmamı şehîdlere dua konusu ile bitiriyorum. Ülkemizde bir dönem terörden dolayı çok şehid haberi gelirdi. Bir Ramazan Ayı'nın son akşamı Teravih Namazı bitiminde, bir öğrencim, ‘hocam, şehidler'le ilgili hiç konuşmuyorsun’ deyince ona şöyle demiştim; ‘Üzülmeyen olabilir mi? Elbette ki kahroluyoruz, ancak 'ben, çok üzüldüm’ diyerek sanki görevimi yaptım bedavacılığından kaçıyorum, sana şunu söyleyeyim; Kur’an-ı Kerim’de, ‘Sen öleceksin, onlar da ölecek’ (Zümer Suresi, 30. ayet) öğretisi ile Peygamberimizin 'Mustafa' isminin anlamında da olduğu gibi 'insanlar arasından secilmiş bir beşer olduğu, ancak O'na beşerden farklı olarak vahyedildiği..' (Fussilet Suresi, 6. âyet)  için vefat ettiği ve insanların da yaşayıp sonunda ölecekleri anlatılırken, ‘Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, onlar yaşıyorlar, ama siz bunu anlamıyorsunuz’ (Bakara Suresi, 154.ayet), ‘onlar Allah tarafından rızıklandırılıyorlar’ (Al-i İmran Suresi 169-171.ayetler)’i ile şehidlerin ise ölmedikleri ve yaşadıkları belirtilmektedir. Peygamberimiz de, ‘Cennete giren hiç kimse geri dönmek istemez, şehidler ise, gördükleri itibar karşısında onlarca defa dünyaya geri dönüp yeniden şehîd olarak cennete girmek isterler’ buyurmuştur. Bunun için Mehmed Akif Çanakkale Destanı’nı, ‘Ey şehîd oğlu şehîd; isteme benden makber, sana ağuşunu açtı duruyor Peygamber’ diye bitirmiştir. Yirmili yaşlarda kendini feda eden ve toprağa giren ve onlar sayesinde nefes alıp, yiyip içip gezen bizler, izin verelim de şehîdler, Peygamberimizin yanın da olsun. 

       Şehidlerimize elbette ki Kur’an okuyup dua edelim. Ama şu hususu da belirtelim; şehîdlerimizin mi bizim duamıza ve okuyacağımız Kur’an-ı Kerîmler'e ihtiyaćları var? Yoksa bizim mi "şehîdlerimizin, bize haklarını helal etmelerine' ihtiyacımız var?

       Bu görevi layık gören Beyhan Sertel Aksop ve Mustafa Yetiş öğretmen arkadaşlarıma teşekkür ediyor, Çanakkale’nin yüzüncü yılında huzurlarınızda olduğum bu anı hayatımın bundan sonraki döneminde ‘en önemli hatıra’ olarak saklayacağımı belirtiyor, şehîdlerimizin huzurlarında saygı ile eğiliyor ve bendenize tahammül ederek dinlediğiniz için; sizleri en içten dileklerimle saygı ve sevgi ile selamlıyorum.

      Umarım; şehîdlerimiz; bizlere haklarını helàl ederler..