Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


YETERİNCE ETKİLİ OLAMAYIŞIMIZIN BİR NEDENİ DE..

Burada anlatacağım hususa sadece `Din Görevlileri` dahil değildir.


Elbette onlarla beraber, değişik alanlarda topluma hitap eden herkes buna söyleyeceklerimin kapsamındadır. Yönetici, doktor, öğretmen, din görevlisi, anne-baba, vs., çevredeki  herkes yani. Başlıktan da anlaşılacağı üzere, çalışma alanlarımızda hep şikâyet ederiz, `toplumu neden dönüşturemiyoruz?` diye. Bu konuda değişik düşüncelerim var ama kısaca, şunları belirteyim. 

Yeni bir eğitim öğretim yılına başladık. `Topluma faydalı nesil yetiştirme eylemi` diye tanımlayabileceğimiz eğitim, gönle hitap eder. `Herhangi bir konuda muhataba bilgi verme eylemi` diye tanımlayabileceğimiz oğretim ise, zihne/belleğe hitap eder. Yüce Yaratıcı`nın ``Adem`e bütün isimleri öğretmesi` (Bakara, 2/31) ile başlattıği eğitim oğretim faaliyeti, diğer peygamberlerle devam ettirmiştir. Alemlere rahmet olarak gönderilen (Enbiya, 21 107) peygamberimizin şahsında, `Yaratan Rabbi`nın adı ile oku` (Alak, 96/1) bizi görevlendirmiş ve `bilenle bilmeyenin bir olmayacağını` (Zümer, 39/9) da belirtmiştir.  Bu eylem,  bilginlerle günümüze kadar gelmiş ve öğreticilerimizle de devam etmektedir. Ülkemizde ilk, ort, lise ve üniversite gibi örgün eğitim kurumlarımız; camiler ve halk eğitim merkezleri  gibi yaygın egitim kurumlarımızda eğitim ögretim faaliyeti halen uygulanıyor. Ama açık ve seçik söyleyeyim ki, iş hep öğretim boyutunda kalıyor, bir türlü egitim alanına geçemiyoruz. Yani öğrendiklerimizi bir türlü davranışlara yansıtamıyor, muhataplarımız gönüllerine girmede zorluk çekiyoruz. Bunun bir çok  nedeni vardır. Eğitim ve ögretim ailede başlıyor. Çünkü çocuk, anne karnında sekilleniyor (Al-i İmran, 3/6) ve bunun için ebeveynin çocuklarını helal lokma ile beslemeleri çok onemlidir ki o çocuk topluma rahmet olsun, aksi takdirde haram lokma ile kazanılan çocuk topluma diken olur.  Ailenin verdiği eğitimi aynı çizgide  okul devam ettirmelidir. Eğitimin bir diğer ayağı olan çevre de aile ve okulun kazandırdikları cizgisinde güzel örnek olarak bu eğitim faaliyetini kemale erdirmelidir ki, eğitimin amacı olan `hayrlı  nesil` yetismiş olsun. İşte eğitmci ve oğretmenler ya da biraz daha genellersek  kitlelere hitap edenlerin çalışma alanlarında dikkat edecekleri bir husus daha var. Simdi de bu konuya değineyim. 

`Kendimi ispat edemedim, benden neden bahsedilmiyor, halbuki ben de konuşulmalıym?`  aşağılık ruhunda olanlar; hep yapmacık hareketlere girerler. Sonunda da komik durumlara düşmeleri kaçınılmaz olur. Oysa ki zaten bizde  bir özellik varsa onu gizleyemeyiz. Zaten insanlar beş dakikada onun farkına varırlar. Ama boş bir adam isek, halk beş dakikada bunun da röntgenini çeker. Bu sebeple Mevlana`nın dediği gibi; `ya olduğumuz gibi görünmeli, ya da görundüğümüz gibi olmal`yız.  Saf Suresinin 2-3. ayetlerindeki `yapmadıklarınızı niye söylüyorsunuz? Kişinin en büyük yanlışı, kendi yapmadıklarını, başkalarına uygulamaları için önermiş olmasıdır` ayetleri var ya. İşte bizim halka etkimiz; söylediklerimizi uygulamamızla doğru orantılıdır. Kur`an`da Cuma Suresi`nin beşinci ayetinde, `bildiğini uygulamayanlar, sırtında taşıdığı yükten farksız bir merkep`  gibi yerilmektedir. Mevlâna diyor ki, `kalpten kalbe yol var`. Yani şöyle düşüneceğiz. Biz Allah`a iman eder gibi, söylediklerimizi uygulamadığımızda karşı taraf üzerinde etkili olmayacağımıza da inanacağız. Peygamberimiz buyuruyor ki, `mahşer günü bir alim/bilgin, bağırsakları dışarı çıkmış, acı içinde kıvranır, dolaştıkça bağırasakları etrafında dolanır, dinleyicileri/sevenleri onun bu durumuna hayret ederek, "hocam sana ne oldu? bize dünyada öğüt etmiştin, biz bunları uygulayarak kurtulduk, senin bu durumun da nedir böyle? diyecek". Bu alim de cemaatine, `ben size ögüt veriyordum ama kendim uygulamıyordum` cevabını verecek.  Halk dilinde var ya, `başkasına verir talkımı, kendi yutar salkımı` diye. Mesela ben, sigara içen ve alkol kullanan bir doktoru dinlemem, kilölu birisinin oboziteden bahsetmesine kulak asmam. Yani öğüt verenlerin  kendilerinden, öncelikle söylediklerinin uygulamasını görmek isterim. Çünkü eğitim, `alıp vermek` diye de tanımlanır. Yani biz, karşıdaki kişiyi eğitirken ondan da bir şeyler öğreniriz.  Toplumdaki herkes bu bağlamda karşılıkli etkileşim içerisindedir. Bu şekilde öğretmen öğrencisinden,  esnaf müşterisinden, doktor hastasından yeni şeyler öğrenir.  Bir de şu durum var. Üniversite okuttuğumuz gençlerimizin bazıları, örgün öğretimde öğrendiklerini mahallelerine döndüklerinde  uygulamaya koymuyorlar, ya da koyamıyorlar. Kahvehanelerde baba bir tarafta,  pişpirik oynamakla meşgulken üniversite okuyan çocuğu da öbur tarafta  aynı işi yapıyor. Yani hem üniversite tahsili gör, sonra da gel, toplum gibi davran. Geçende ögrencilerime söyledim, bizde de suç var ama siz de suçlusunuz. Çünkü siz toplumu değil, toplum sizi yönlendiriyor. Otuz beş yılı geride bıraktığım mesleki hayatımda, asla toplumun yönlendirmesiyle hareket etmedim. Çünkü şöyle düşündüm, ilâhiyat alanında toplum benim dediğimi dinleyecek. Madem ki toplumun dediği geçerli olacak; bu üniversiteler niye var ki? Yani ben ilâhiyat tahsili yapacağım, sonra mahallede halk diyecek ki, `din böyledir, bu yapılmalıdır, vs.` ve ben de buna uyacağım. Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul Haseki Eğitim Merkezi Arapça Müftü ve Vaizler İhtisas Kursu hocalarımızdan Mehmet Savaş Bey  bize,  `toplumda asla dinleyici olarak kalmayın` diye tavsiyede bulunmuştu. O zaman ben niye okudum ki. Peygamberimizin İslâm`a daveti sırasında müşriklerin, `babalarımızı gördüğümüz yol üzere devam ederiz` (Maide, 5/104) demelerinden farklı bir durum olaz ki. Zaten Kur`an`da, `ya babaları bir şey  bilmiyorlarsa` diye bu durumu eleştiriyor. Diyeceğim o ki,  ailede başlayan eğitim, gerek yaygın, gerekse  örgün öğretim kurumlarımızda aynı çizgide devam etmeli ve çevrede buna güzel örnek olarak destek vermelidir. Aksi takdirde eğitimin amacı olan `topluma faydalı birey kazandırma` eyleminin gerçekleşmesi çok zor..