Yazımın ilham kaynağı geçtiğimiz hafta geldi. (Gelecek yazıyı da peşinden getirdi, bundan sonra sıra onda. Bu parantez içleri de aslında o sırada olan ile ilgili.)
İnternet hayatlarımıza önce bilgisayarlar ile girmişti. Ev telefonumuzun kablosuna paralel bir kabloyu bilgisayarlarımıza bağlayıp çevir sesi dinleyerek bağlandığımız internet günleri bu günlerden bir derece iyi idi. Şimdi akıllı telefon kullanan herkes kablosuz ağ bağlantıları ve cep telefonu servis sağlayıcılarının internet hizmeti ile daima internette.
Yediğimiz, içtiğimiz, gezdiğimiz, sevdiğimiz, kavga ettiğimiz ne varsa internette.
Şu an sorunum kendini herkesten üstün görenler, beğenilmek isteyenler, kendilerine aşık olanlar, kendilerini onaylatmak isteyenler, sevilmek ve ilgi görmek isteyenler, vs. değil.
Sorunum bunların doktorları, psikologları olmaya heveslenenler ile aşağılık kompleksi sahibi diğer hadsizler ile provokatörler.
Kendini iyi hissetmeyen bir insan bu duygusunu sadece anlatıp rahatlamak ister; çıkar oradan bir psikolog! dünyasını yerle bir eder.
Biri mutlu bir zamanını fotoğraflayıp internette kalıcı kılmak ister; aşağılık kompleksi olan biri çıkar o fotoğrafı kaldırtana kadar olumsuz yorum yazar, elektronik ileti yollar.
Bulunduğu ortamdaki manzaradan etkilenen biri o güzelliği başkaları da görsün ister; yine hadsiz mesajlar, provokatör yorumlar yağar.
Olur olmaz her şeyi paylaşmak bir sorun da başkalarının her paylaşımına olur olmaz yorumlarda bulunmak, paylaşan kişiyi mesaj yağmuruna tutmak çok sağlıklı bir şey mi?
Sosyal medya dediğimiz şeyin kapsama alanına giren paylaşım platformlarında hiç tanımadığımız insanların fotoğraflarına bakıyor, yazılarını okuyor, videolarını izliyoruz. Sosyal hayatımızda başka hiçbir yeri olmayan bu insanları paylaşımlarına bakarak seviyoruz veya onlara nefret kusuyoruz. Sevmemiz ne kadar normal değilse nefret kusmamız bir o kadar anormal.
İçimizde farklı aidiyetlerimizden kaynaklı kimliklerimize göre hassasiyetlerimizin olduğu doğrudur. Bazı hassasiyetlerimiz aynı olmayabileceği gibi ilgimizi çeken bir görüntüyü fotoğraflarken sadece o anı kaydetmek isteriz. Başka birini üzebileceğimiz aklımızın ucundan bile geçmez ki amacımız da bu değildir.
Sorun da işte tam burada başlar.
Asosyal kelimesinin iki anlamı bulunmakta; kişi için insanlar arasına karışmaktan hoşlanmayan ve toplumsal olmayan.
Tanıdığımız biri bizim hoşumuza gitmeyen, yanlış anlamalara açık bir yazı, fotoğraf, video paylaşacak olsa asla davranmayacağımız bir şekilde tanımadığımız insanlara davranma hakkını kendimizde görebiliyoruz.
Asosyalleşiyoruz; terbiyesiz, hadsiz, düşmanca davranıp bir de üstüne başkalarının da öyle davranmalarını istiyoruz.
Daha önce de yazdığımı biliyorum ama tekrarda mahsur görmüyorum; bunlar Türk davranışı değil. Bizler hata yapan birini başkalarının yanında uyarmaktan dahi haya eden bir millet değil miydik?
Özümüze dönelim temennilerimle
Sokaktaki adam
Filiz FENTÇİ